Sizin ne özgüvenli, ne eğlenceli endişeleriniz var!
Fotoğraf: AA
"Konunun hassasiyeti ve ülke tarihi hakkında bildikleriniz göze alındığında yaptığınız sorumsuzluktur. Fransa için sorumsuzluk, Fransa'nın çıkarları için sorumsuzluk ve etik açıdan ciddi bir durum (burayı daha da öfkelenerek söylüyor). Her zaman gazetecileri savunduğumu duydunuz, her zaman bunu yapmaya devam edeceğim. Fakat sizin yaptığınız çok ağır, profesyonel değil ve hasislik."
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un geçen Çarşamba Le Figaro muhabiri Georges Malbrunot’yu hedef alan ve yukarıdaki sözleri içeren görüntüleri burada çok popüler oldu. Anadolu Ajansı’nın 2 Eylül’de servis ettiği habere göre “Macron, Hizbullah lideriyle yaptığı görüşmeyi haberleştiren gazeteciyi azarladı”. Sabah, Yeni Şafak gibi iktidar medyası Macron’un öfkeli sözlerini içeren LCI’nin (La Chaîne Info] yayınladığı videoyu (elbette kaynak göstermeden, hatta görüntülerin üzerine kendi logolarını yapıştırarak) aynı başlıklarla yayınladı. Yetmedi, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun sosyal medya hesabından Macron’a tepki gösterdi:
“Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un Le Figaro'nun Georges Malbrunot'una daha önceki Hizbullah'la görüşmesine ilişkin raporundan ötürü verdiği saygısız tepkiden endişe duyuyoruz.”
“Polisin bu yılki protestolar sırasında gazetecilere yönelik vahşeti göz önüne alındığında, Fransa'nın gazeteciler için giderek daha tehlikeli bir yer haline geldiği açıktır.”
“Macron, incelemeye veya gerçeğe uygun olmayan bir dünyanın hayalini kuruyor: Muhabirlerin rapor vermemesini istiyor çünkü bu onu üzecek. Bir savaş suçlusunun sırf istediği için Libya iç savaşını kazanmasını istiyor." (çeviri Sabah gazetesine ait)
‘Vay vay vay’ diyor insan okuyunca, iyi bir pası gole çevirmek diye buna denir. Ama bakalım olay böyle mi olmuş?
İlk yanlış şu, olay Macron’un Georges Malbrunot’yu azarlamasından ibaret değil, ikisi arasındaki tartışma diğer gazetecilerin ifadesine göre sekiz dakika sürüyor. Sonunda Macron gazeteciye söz vermeden salondan ayrılıyor. Deneyimli bir gazeteci ve Ortadoğu uzmanı olan hatta bir dönem IŞİD’e esir düşen Malbrunot bu tür bir saldırının kabul edilemez olduğunu, Le Figaro’daki meslektaşlarının da tepki gösterdiğini ifade ediyor.
Peki, Macron’u bu kadar öfkelendiren neymiş? Gazetecinin Macron’un Hizbullah’ın meclisteki grubunun lideri Mohammed Raad ile görüşmesini haberleştirmesi mi? Fransa medyasının büyük kısmı, Elysee kaynakları ve Malbrunot’nun kendisi böyle olmadığını söylüyor. Macron’un tartışma esnasında sözünü ettiği haber 31 Ağustos’ta yayımlanan Lübnan: Emmanule Macron’un Hizbullah’la ikili dansı [Liban: le pas de deux d’Emmanuel Macron avec le Hezbollah] başlığını taşıyan değil, 30 Ağustos’ta yayımlanan « Macron Lübnan’a geri dönüyor, klan şefleriyle karşı karşıya [Macron revient au Liban, face aux chefs de clan] haberi. Malbrunot bu haberinde siyasi parti liderlerini birer klan şefi olarak tanımlıyor ve Macron’un arzu ettiği reformlara nasıl engel olabileceklerine dair içeriden tanıklıklarla bazı bilgiler aktarıyor. Tartışma sonrasında verdiği demeçte kendisine yönelik bu öfkenin sebebinin yazının içeriğinden çok zamanlaması olduğunu, haber nedeniyle Macron’un, hareket alanının kısıtlandığını düşündüğünü, ancak kendisinin kaynaklarına güvendiğini belirttiğini söylüyor.
Elysee sarayından yapılan açıklamada ise sorunun gazetecinin kaynaklarına dayandırarak yaptığı haber değil, burada ifade edilenleri inkâr edebilmek için kendilerine fırsat verilmemesinden ibaret olduğu, Cumhurbaşkanı’nın bu sebeple etikten bahsettiği, gazeteciliğe karşı olmadığı açıklanıyor. Gazetecilik jargonuyla ifade edecek olursak Saray Malbrunot’yu doğruluyor.
Olayın sebebi henüz net olmasa da, çünkü ne Macron ne de Elysee bahsedilen makalenin hangisi olduğunu net bir şekilde söylemiyor, net olan şey Macron’un gazeteciye haber yaptığı için değil, haberdeki bilgileri yalanlama imkânı vermediği için öfkelendiği. Le Figaro’nun yayın politikası zaten merkez – sağa yakın, sarayla ilişkileri de şu anda pek fena sayılmaz.
Önümüzdeki çarşamba günü altı aydır cezaevinde bulunan Barış Pehlivan, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel ve tutuksuz yargılanan Barış Terkoğlu, Aydın Keser, Ferhat Çelik ve Erk Acarer; yani yedi gazeteci ve bir belediye çalışanı alenileşmiş bilgileri isim vermeden haberleştirdikleri, sosyal medya paylaşımları hatta bir radyo programındaki kitap tanıtımları casususlukmuş gibi gösterilerek suçlandıkları için ikinci duruşmalarına çıkacaklar. Yurt dışında bulunan Erk Acerer hakkında yakalama kararı var. Cezaevindeki gazeteciler altı aydır tecrit altında tutuluyorlar. Aynı gün ayrıca Eren Keskin, İnan Kızılkaya, Kemal Sancılı ve Zana Bilir Kaya’nın yargılandığı Özgür Gündem davası var. Davada ceza alması halinde gazetenin eski Eş Genel Yayın Yönetmeni ve İnsan Hakları Savunucu Avukat Eren Keskin’in cezaevine girme ihtimali var.
İktidar ve medyası, Türkiye’de basın özgürlüğüne yönelik baskıları, kimseyi ikna edemeyen meşrulaştırma çabalarının yanında, artık kendilerini komik duruma düşürmek pahasına, ‘eğlenceli’ bir propagandaya dönüştürmekte de beis görmüyor. Üstelik araya alaka kurmaya bile tenezzül etmeden Libya konusunu da sıkıştırıyor.
Son olarak azarlanmanın nasıl olduğuna ilişkin bir örnekle bitireyim, Tarih: 5 Mart 2020, Yer: Edirne
TELE1 Program Müdürü Namık Koçak: “140 bin göçmen ayrıldı dediniz ama biz bunu teyit edemedik bir türlü”
Süleyman Soylu: « Siz kimsiniz? »
N.K: « Tele1 televizyonu »
S.S: “Kaç muhabiriniz var sizin?”
N.K: “Ben varım.”
S.S: “Bir tek sensin. Peki, bizim sınırda kaç karakolumuz, kaç bölüğümüz var?”
N.K: « Vilayete de sorduk bunu teyit edemedi. »
S.S: “Burada, teyit edemiyor mu? Siz kimin tarafındasınız? Siz kimin tarafındasınız? Hiç Türkiye'nin tarafında olduğunuz belli değil. Çünkü şu anda sizin yaptığınız Yunan medyasının ve Avrupa medyasının yalan ve çarpıtmasını burada ifade etmektir.”
N.K: “140 bin kişi geldi mi?”
S.S: “O zaman İçişleri Bakanı yalan söylüyor, öyle mi? Öyle mi?”
Uzatmamak için böleyim, arada Süleyman Soylu bölüklerden ve karakollardan aldığı rakamları söylüyor. Yakalamadıklarını ancak kaçanları saydıklarını ifade ediyor. Namık Koçak 45 yıllık gazeteci olduğunu belirtiyor. Üç dakika 54 saniye süren tartışmanın en çarpıcı cümlesi şu:
S.S: “Ben sana söyleyeceğim şimdi. Bak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşısın ama hizmetin başka bir yere, devletine itimat et.”
Gazetecinin yaptığı işin mantığına ters düşecek şekilde “devlete itimat etmesi” gerektiğini düşünen, aksini, ‘casusluk’, ‘başka devletlerin çıkarlarına hizmet’, ‘terör örgütü propagandası’ sayan bir iktidar, çarpıtılmış haber üzerinden güya Malbrunot’ya sahip çıkıp çıkıyor. Üstelik bunu yaptıkları sırada Tele1 televizyonu, beş günlük ekran karartma cezası nedeniyle, hali hazırda kapatılmıştı.
Sizin ne özgüvenli ve eğlenceli endişeleriniz var! Havalı cümleler iyi de “gerçeğe uygun olmayan bir dünyanın hayalini” kuran aslında kim acaba?
- Magazin asla sadece magazin değildir 15 Ocak 2025 05:01
- 2024 biterken… 31 Aralık 2024 06:15
- Erişilebilirlik, eşitlik ve yoksulluk mücadelesi 17 Aralık 2024 06:21
- Haberin telifi meselesi 03 Aralık 2024 06:30
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 06:48
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05
- Narin’in kanatlarından melek olmaya çabalamak 15 Eylül 2024 04:53