İmparatorluğun ortakları

Görsel: Ali Yaycıoğlu’nun “İmparatorluğun Ortakları: Devrimler Çağında Osmanlı Düzeninin Krizi” kitabının kapağı
Geçen hafta Osmanlı toprak düzenini tartışmaya başlamış ve uzun yıllar Osmanlı tarihyazımına hakim olan “kanun-şeriat” ikiliğinin Cumhuriyet döneminin resmi ideolojisiyle bağlantısı üzerinde durmuştum. Bu hafta 18’inci yüzyılda ayanların yükselişine dair yeni bir yaklaşımdan bahsetmek istiyorum.
Stanford Üniversitesinden Tarihçi Ali Yaycıoğlu’nun “İmparatorluğun Ortakları: Devrimler Çağında Osmanlı Düzeninin Krizi” adlı çalışması etraflıca bahsedilmeyi hak eden bir araştırma. Balkanlar ve Anadolu’ya odaklanan bu inceleme birkaç açıdan önem taşıyor:
Evvela, Yaycıoğlu Osmanlı tarihyazımına hakim olan “Batılılaşma” paradigmasına meydan okuyor. Batı-merkezci bu paradigmaya göre Osmanlı tarihi, Batı’da ortaya çıkan modernliğin yukarıdan aşağıya reformlarla imparatorluğa zerk edildiği ve nihayetinde başarısızlıkla sonuçlanmış bir hikaye olarak yazılır. Yaycıoğlu ise 18’inci yüzyılın Osmanlı tarihini Avrupa tarihiyle eş zamanlı bir şekilde ele alıyor ve Osmanlı “ihtilallerini” dönemin Avrupa devrimleriyle beraber okumanın yolunu açıyor. Aralarındaki farklara rağmen Osmanlı ve Avrupa toplumlarının aynı tarihsel momentte hareket ettiklerini vurgulamak ilk bakışta çok sıradan ve basit bir katkı olarak görülebilir. Ancak Yaycıoğlu’nun incelemesi yaklaşımdaki bu değişikliğin Osmanlı tarihyazımında nasıl yeni yorumlara, araştırma konularına ve sorulara götürebileceğini ortaya koyuyor.
Osmanlı ihtilal ve reform tarihini “Batı’dan ödünç alınan yeniliklerin uygulanması” yorumundan kurtardığımızda karşımıza imparatorluğun merkez ve taşradaki servet ve iktidar sahipleri arasındaki karmaşık bir çatışma, müzakere ve pazarlık tablosu çıkıyor. Bu çerçeve üç açıdan önemli: Birincisi, Osmanlı reformlarını “dışarıdan ithal” bir ürün olarak görmek yerine, dönemin küresel gelişmeleriyle bağlantılı içsel toplumsal ve siyasal dinamiklerin sonucu olarak değerlendirebiliyoruz. İkincisi, reform sürecini toplumsal dinamiklerle açıklamak hem resmi tarihe hem de Oryantalist tarihe hakim olan Osmanlı imajını ters yüz ediyor. Böylece Osmanlı toplumunu idealize edilmiş ve dolayısıyla değişim dinamizmi olmayan, atıl bir toplum yerine çatışmalı, kavgalı, müzakereli ve sürekli dönüşüm içinde olan bir toplum olarak düşünebiliyoruz. Üçüncü olarak, “idealist” tarihyazımında duraklama ve gerileme devri olarak adlandırılan dönemleri aslında bir dönüşüm ve değişim süreci olarak okuyabiliyoruz ve modern devlet aygıtının oluşumunun izini sürebiliyoruz. Bu hafife alınacak bir kazanım değil. Nitekim Yaycıoğlu III. Selim’den II. Mahmud’a uzanan dönemde Osmanlı devletinin, 17’inci ve 18’inci yüzyıllarda merkez ve eyaletlerde beliren yeni toplumsal aktörler tarafından nasıl yeniden kurgulandığını anlatıyor.
Yaycıoğlu’nun titiz incelemesi hikayenin basitçe Batıcı reformcularla muhafazakar gericiler arasındaki bir mücadele olarak ele alınamayacağını ortaya koyuyor. Devlet aygıtının, gücünü merkezden alan imparatorluk elitiyle yerelden güç devşiren yerel elitler arasındaki çatışma, müzakere ve iş birliğiyle şekillendiğini anlatıyor. Bu anlatıda ayanlar imparatorluğun ortağı olan askeri-siyasi-mali girişimciler olarak beliriyorlar.
Yaycıoğlu’nun yaklaşımının farklılığını vurgulamak için 1808’de II. Mahmud’la ayanlar arasında imzalanan Sened-i İttifak adlı belgeye dair kısa bir karşılaştırma yapmak isterim: 1990’larda Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenciyken dersimize giren Prof. Sina Akşin bu belgenin Osmanlı tarihindeki ilk anayasal belge olduğundan bahseder ve bunu 1215’te İngiltere kralının lordlarla imzaladığı Magna Carta’ya benzetirdi. Bu analojide ayanlar Orta Çağ lordlarının muadili olduklarından belge 19’uncu yüzyılda Osmanlı’da feodalizmin güçlenmesinin bir işareti olarak yorumlanıyordu. Genç bir öğrenci olarak “ilerici anayasalcılığın” “feodal gericiliğin” bir ürünü olması zihnimi bir hayli bulandırmıştı. Sonraki yıllarda başvurduğum Türkiye-Osmanlı anayasa tarihine ilişkin çalışmalar bu bulanıklığı gidermedi. Bu anlamda, Yaycıoğlu’nun ayanları ve 1806-1808 arasında gerçekleşen ihtilal sürecini 18’inci yüzyıl boyunca gerçekleşen toplumsal dönüşümün bir ürünü olarak yorumlamasının sadece Osmanlı tarihyazımına değil, güncel siyaset bilimine ve siyaset sosyolojisine de ciddi bir katkı olduğunu düşünüyorum. Önümüzdeki hafta (En eski arkadaşlarımdan olan) bu tarihçinin temel bulgularını özetlemeye çalışacağım.
Evrensel'i Takip Et