12 Eylül 2020 00:51

Virüsün yayılmasına karşı en kolay feda edilen eğitim oldu!

Maskesi takılı çocuklar, ellerinden tutan anneleri ile yürüyor

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Milli Eğitim Bakanı, ağustos ayının başından itibaren, “21 Eylül’de yüz yüze eğitimi başlatacağı”nı iddia ediyordu. Ama gerek eğitimciler ve sendikaları gerekse konunun uzmanları; bakanlığın salgın koşullarında yüz yüze eğitimin gerektirdiği hiçbir hazırlığının olmadığını gördükleri için, bunun mümkün olmayacağını söylüyorlardı.Sonuçta, 21 Eylül’e günler kala MEB; sadece okul öncesi ve 1’inci sınıfların (Belki haftanın birkaç günüyle sınırlı olarak) yüz yüze eğitime başlatılacağını açıkladı! Tabii bakanlık, isteyen velinin çocuğunu okula göndermeme hakkı olduğunu, bunun için bir dilekçe vermesinin yeteceğini söyleyerek, velileri çocukları okula göndermemeye teşvik etmeyi de ihmal etmedi!Bu süre içinde MEB’in özel okulların sorunlarını, neredeyse okul bazına inerek, çözmeye çalıştığına tanık olduk. MEB, özel okulları 8 ve 12’inci sınıflarda yüz yüze eğitimi başlatması için destekleyerek, önümüzdeki aylarda yapılacak lise ve üniversite sınavlarında devlet okullarının karşısında zaten adaletsiz olan dengeyi daha da bozacak bir pozisyon edinmelerini teşvik etti.

EGEMEN SINIFLARIN KAMUSAL EĞİTİM DİYE BİR DERDİ OLMADI!

İktidarların eğitimin sorunları karşısındaki çözümsüzlükleri gündeme geldiğinde, hemen, Abdülhamid’in maarif bakanlarından birisinin söylediği iddia edilen, “Şu mektepler olmasaydı, ben bu maarifi ne güzel idare ederdim” sözü akla gelirdi. Bu sözün 2020 versiyonunu da Erdoğan’ın Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, 29 Ağustos günü “yeni eğitim öğretim yılı hazırlıkları”na ilişkin yaptıklarını anlatırken sarfetti: Eğitimde asıl yük öğretmen maaşlarıdır!” Ne Abdülhamid’in bakanının ne de Erdoğan’ın bakanının bu sözleri, sehven ya da densizlik sonucu söylenmiş sözler değildir. Tersine bu sözler, egemen gerici sınıfların ve onun siyaset erbabının eğitimle ilgili zihniyetlerinin oldukça veciz bir şekilde açıklanmasından ibarettir. Çünkü egemen sınıfların eğitimle ilgili tutumları, burjuvazinin en devrimci çağında bile;

-Her sınıftan en zeki çocukların sermayenin bilim ve teknolojinin geliştirilmesi ve yüksek yönetim kadrosu için nitelikli bir eğitim alması,

-İşçinin, emekçinin fabrika, atölye ya da çiftliklerde çalışırken kullanması gereken teknolojiyi öğrenecek kadar eğitilmesiyle sınırlıdır.

‘HERKESE, LAİK, DEMOKRATİK, PARASIZ EĞİTİM’ TALEBİ GÖKTEN DÜŞMEDİ

Bugün her vesileyle yinelediğimiz “herkese, laik, demokratik, nitelikli, ulaşılabilir, parasız eğitim” talebinde ifade edilen “eğitim hakkı”, 20’inci yüzyılda sosyalizmle kapitalizm arasındaki büyük mücadelenin eğitim alanındaki yansımasının ifadesidir. Tıpkı sağlık, sosyal güvenlik gibi toplumsal yaşamın başlıca alanlarındaki taleplerin her vatandaşın hakkı olarak anayasa ve yasalara geçmesi gibi! Yoksa eğitim konusunda devletin yerine getirmesi gereken yükümlülükler, burjuva devletlerin kendiliğinden üstlerine aldıkları yükümlülükler değildir. Tersine bu haklar, burjuva devletlerin sosyalizm karşısında vermek zorda kaldığı tavizler, “sosyal devletçi” uygulamalardandır. Nitekim, 20’inci yüzyılın son çeyreğinden beri burjuvazi, sosyalizm kendisi için tehdit olmaktan çıktığı ölçüde, neoliberal uygulamalarla sosyal devletçi hakların tasfiyesi sürecinde kamusal eğitimi de;

-Devlet okullarındaki eğitimin niteliksizleştirilmesi ve adım adım ticaretin ve sanayinin ihtiyacı olan elamanların yetiştirilmesiyle,

-Özel eğimin teşvik edilmesi ekseninde, üst sınıfların çocukları ve alt sınıfların en zeki çocuklarının nitelikli bir eğitimden geçirilmesi, geri kalanlar için ise eğitimin “Yoksullar için iyidir” (*) yaklaşımıyla sınırlı bir çizgiye doğru çekmektedir. 
Bu genel eğilim ülkemizde AKP iktidarı tarafından; tek adam yönetiminin “Dindar nesiller yetiştirme” ve “Muhafazakar toplum inşası” amaçlarıyla “dinileştirilmesi”, tarikat ve cemaatlerin “vakıflar” aracılığıyla milli eğitimin “paydaşları” haline getirilmesi gibi girişimlerle de pozitif bilimler merkezli eğitimle taban tabana zıt bir yola sokulmuştur.

EĞİTİMİN FEDA EDİLMESİ SADECE ‘GAFLET VE DELALET’LE AÇIKLANAMAZ!

Kısacası dünyada, ama daha çok da ülkemizdeki kamusal eğitimle ilgili gelişmeler dikkate alındığında şunu söyleyebiliriz ki, iktidar kamusal eğitimi gözden düşürmek, buna karşı özel eğitimi teşvik etmek için pandemi koşullarını kullanan bir çizgi izlemektedir. Bu yüzden pandemi koşullarını bahane ederek yüz yüze eğitimin kolayca feda edilmesi sadece “gaflet ve delalet” içinde olmakla açıklanamaz. Tersine “gaflet ve delalet” olarak görünenin arkasında, salgını, “herkesin hakkı” olan “laik, demokratik, nitelikli, ulaşılabilir, parasız...” eğitimin kaldığı kadarıyla tasfiyesinin ve egemen sınıfın ihtiyacına uygun hale getirilmesinin dayanağı (“Allah’ın lütfu”) olarak kullanan zihniyetin bulunduğunu söylemek doğru olur. Son yıllarda eğitim düzeyi ile AKP’ye oy verme arasında ters bir orantının ortaya çıkması da tek adam yönetimi ve AKP’nin kamusal eğitimin tasfiyesi için bir gerekçe olmaktadır. Bu yüzden de yüz yüze eğitim için gerekli hazırlıkların yapılmaması ve uzaktan eğitim övgüsü, ekonomik yetmezlik gibi zorluklar sonucu değil, kamusal eğitimin tasfiyesi için pandemi koşullarının kullanılmasıyla ilgilidir. 

(*) Bon Pour L’orient (Doğu için iyidir), 1960’lara kadar sömürge ve yarı sömürge ülkelerden Fransa’ya gelip orada okuyan öğrencilere verilen diplomaydı. Bu diploma sahipleri, diplomada yazılı mesleği doğu ülkelerinde icra edebiliyordu. Ama bu diploma batılı ülkelerde geçerli değildi! Bugün de ülkemizde okullar giderek fiilen benzer biçimde kategorileşmektedir.    

 

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa