14 Eylül 2020 00:20

Kopuş

temsili işkence görseli

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Ben suçu değil, suçu işleyeni savunuyorum. Benim tutkum savunmak…’ demiş “şeytanın avukatı” diye anılan Verges*. Ömrünce savunduklarına bakınca anlamak, anlamanın ötesinde kabullenmek zor olsa da avukatlığın kendisinin bizatihi suça dönüştürüldüğü memleketimde, hele idamın yeniden iştahla dillendirildiği günümüzde yaşasaydı sırf onun için idamın geri getirileceği, idam edileceği kuşkusuz.

Cezayir Kurtuluş Savaşının Direnişçisi Cemile’den Sırp Kasabı diye anılan Miloseviç’e, oradan Çakıcı’ya savrulan müvekkil silsilesi bizi şaşkınlığa boğabilir. Müvekkili ve sonra üstelik bir de eşi olan Cemile’nin mahkemede verdiği yanıtlar Verges’in kopuş savunması üzerine yazdıklarını ve memleketimde başına gelebilecekleri daha anlaşılır kılabilir: ‘Hakim: Sen bir Fransızsın. Cemile: Hayır ben Cezayirliyim. Hakim: Sen bir suç örgütü üyesisin. Cemile: Ben direniş örgütü üyesiyim. Hakim: Sen bir suç işledin. Cemile: Hayır sadece işgalci hainlere haddini bildirdim.’ Verges kopuş savunmasında, bireyin belirsizleşmesini ve böylece sözcüsü olduğu ideolojinin, insani bir çerçeve ile esas hedefi olan birey toplum ilişkisindeki kendi tanımladığı ortak değeri dile getirmesini ifade eder. Sokrates’ten bugüne ne Dimitrov ne de Cemile ve diğer kopuş sanıkları için yaşamlarının, bedenlerinin ve aklanmalarının bir önemi olmadığını, yaşatmaları gerekenin düşünceleri olduğunu  aktarır  “Savunma Saldırıyor” isimli kitabında.

Avukatların müvekkilleri ile ilişkilerini işkence görenle ilişkime benzetirim bunca yıldır çeşitli yargılanma süreçlerinden geçmiş biri olarak. İşkence görenin kim olduğu belirsizleşir, deneyimlediği sıkıntıların belgelenmesine odaklanırım bir hekim olarak. Avukatların da müvekkilleri ile ilişkilerinde benzer bir yön var Verges’in söyledikleri düşünüldüğünde. Nasıl ki işkence gören birinin işlediği iddia edilen ve hatta işlemiş olduğu suç ve kimliği ile değil de işkence görmüş olmasıyla meşgul oluyorsam, avukatım da işkence görenlerin raporunu düzenlediğim için yargılandığım her davada işkence görenin ya da benim kimliğimle değil işkencenin mutlak yasak olması ve görünür kılınmasının meşruluğu üzerine kuruyor savunmasını. Her zaman kolay değil böyle bir belirsizleştirme. Hele yaşam hakkı ihlalleri, çocuk istismarları, cinsel saldırılarda avukatlık nasıl yapılır diye düşünmeden edemiyor insan. Bu suçlardan alınıp işkence gören karşıma geldiğinde kimliği belirsizleştirmek ne denli zor olsa da yaptıklarım geliyor aklıma sonra.

Verges ‘Mahkemeler kuran her toplum, bunu, meşruluğuna saldıranları kendi ölçülerine göre yargılamak için yapar’ diyor. Burada meşru ve ölçü anahtar sözcükler. Ölçü uzun bir zaman diliminde uluslararası kabullerle oluşturulmuş olsa da bu dönemin kendisi belirsizliklere yaslanınca ölçüsüzlük de o belirsizliğin eyleme biçimine dönüşmüş durumda.

İşkence ile mücadele tarihimde, her zaman işkence görenle ilişkilendirildiğim, işkenceyi şikayet konusu yapanlar da büyük bir çoğunlukla siyasi nitelikte davaların sanıkları olduğu için örgütten örgüte savrulan bir kimliğe büründüğümden yabancısı olmadığım bu ölçüsüzlük hali yaşadığımız bu özel zaman diliminde her alana sirayet etmiş durumda. Hanidir avukatlar savundukları üzerinden tanımlanan suçların faili kılınmış, adil yargılama hakkını cezaevinden savunmak zorunda bırakılmış, duyuramadıkları seslerine bedenlerini katıp ölümlerine seyirci kalınmıştı. Şimdi yeni bir furyada gene onlarca avukatın savundukları ile yer değiştirmesine tanıklık ediyoruz. Toplumun, avukatla sanığın kimliğini öne çıkaran bu ölçüsüzlüğü kimlikler üzerinden değil, yargılamanın meşruluğunu yitirmesi üzerinden değerlendirdiği gün yeni bir gerçekliği gözler önüne sermeyi hedefleyen kopuş savunmaları ölçüsünü yitiren bu dünya için farklı anlamlar taşıyabilir.

* Jacques Verges, Savunma Saldırıyor, Çeviri Vivet Kanetti, Metis Yayınları

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa