17 Eylül 2020

Ne bu şiddet bu celâl!

Fotoğraf: DHA

Bu aralar, “milli ve yerli” naralanmaların hedefinde Yunanistan var. Gerçi yüzyılı buluyor, nüfus ve askeri güç hesabıyla üstünlüğün Türkiye’de olduğunu bilerek “seni gidi had bilmez Yunan gavuru!” deyip duruyor, bazen kayalıklardan bazen otlardan, bazen de kıyıdaki balık ölülerinden hareketle “Yunan’a had bildirme”yi sürdürüyorlar.

Şimdi bir “mavi vatan”, bir “kıta sahanlığı” haritası çizen gazetecilerle emekli asker stratejistler, ama en çok ses getirecek şekilde eski kontra şefleriyle  burjuva muhalefetin militer kafalı ekibi, Saray camiasını “haydi bre!” diye  arkadan itekleyerek “Yunan’ı hizaya getirme” ye soyunmuş bulunuyorlar. “Fatihan ruhu”yla harekete geçmiş, “kıyamla kafir’e had bildirme”ye ahdetmiş bir “milli uyanış”ı petrol ve doğal gaz aşkıyla aleve sarmayı dış politika başarısı sayan tahkimat efeleri, Cumhurbaşkanı’nın zaten, “sahada yaşayacağı acı tecrübeyle” varlığına pişman olacağını ilan ettiği Ege’nin öte yakasındakileri, mümkün olsa kendi ülkelerinin topraklarında dahi dolaştırmayacaklar! Kendi ülkesinin toprağı olan bir adaya gitmiş olan Yunan cumhurbaşkanını “vay seni şımarık haddini bilmez” diye, tek ses halinde küfre layık gösteren savaşsever mangaları, bundandır ki savaş uçaklarının ve gemilerinin manevra ustalıklarıyla kendinden geçmiş, “İzmir’de denize dökülme” yi hatırlatıp duruyorlar.

Karşıda ise, AB’nin Fransa başta olmak üzere büyüklerinin ve ABD’nin desteğini almış olarak Yunan yöneticiler “Türk işgaline karşı vatan savunması” söylemiyle bir hat kurmaya, daha fazla silahlanmaya ve halkı aldatarak yedeklemeye çalışıyorlar.

Sahi her tehdidin karşı tehditle yanıtlandığı bu savaş sever depreşme nereden kaynaklanıyor, nereden güç alıyor? Bu savaşçı politikaların halklara bir yararı var mı?

Kapitalist dünyanın yasasıdır, devletler arası ilişkileri sahip olunan güç belirler. Mali, ekonomik, askeri güç bakımından en önde olan emperyalist devletler ve bölgelerinde emperyal politikalara soyunanlar, tekelci kapitalist çıkarlar için halkları kana boğmaktan kaçınmazlar. Ancak onların yağma ve yayılma politikalarının halklara hiçbir yararı olmamıştır.

Günümüzde, Amerikan emperyalizmi gibi, dünyayı “çıkar alanı” ilan eden ve rakiplerinin etki alanını sınırlamanın yanısıra kendi egemenlik alanını genişletme politikası izleyenler olduğu gibi, Türkiye gibi, İran gibi, Suudi Arabistan gibi, İsrail gibi, “büyük bölge gücü” olma iddiasıyla bulundukları bölgede komşularına karşı güç gösterisinde bulunanlar da vardır.

Bu ikincileri, örneğin Türkiye’nin mali-siyasal-askeri oligarkları, ikinci dünya savaşı sonrası dönemden başlayarak hızla gelişen kapitalistleşmenin yanısıra, dahil oldukları S.B.-Rusya karşıtı emperyalist kuşatma zincirinden de aldıkları güçle-NATO üyeliği ve ABD taşeronluğunun getirisiyle çevreye efelenip durdular. Yeni Osmanlıcı yayılmacı “fatihan”  politikası güden Saray rejimi, ABD başta olmak üzere emperyalistlerin Ortadoğu, Kuzey Afrika, Balkanlar ve Ortaasya-Kafkaslar’da izlediği hakimiyet politikasını hem komisyon getirici hem de fırsat sağlayıcı sayarak “bu bölgeyi biz dizayn ederiz! ”  siyasetiyle ortaya çıktılar.

Irak, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz ve Karadeniz’deki askeri faaliyet yoğunlaşması, bu yayılmacı politikanın ürünüdür.

Bugüne dek, savaş davullarını çalanların yaptığı gibi, gerekçe “ulusal çıkarların savunulması”dır, ancak bütün taraflar için aynı gerekçe geçerlidir. Tümü kapitalist yağma peşindedir ve olası herhangi çatışmada “şehadet”e sürükleyecekleri emekçilerin çocukları olacaktır.

Türkiye’nin işçi ve emekçileri, savaşçı söylem ve politikanın, komşu halklarla düşmanlaşmanın, hiçbir tarafa yarar sağlamayacağını bilerek komşu ülkelerden herhangi birinin diğerinin haklarına tecavüz etmediği barışçıl bir politikadan yana tutum almalıdırlar.

İlhakçı-yayılmacı savaşların, fetihçi politikaların, ülke kaynaklarının militarist politika doğrultusunda kullanılması ve silahlanmaya ayrılmasının hiçbir halka faydası yoktur ve olmamıştır. Bu politikanın kazananları hep egemen sınıflarla onların temsilcileri olmuştur. Ekonomik durumun giderek ağırlaştığı, 8.5 milyon işsizin olduğu; halkın yüzde 64’üne yakınının yaşam koşullarının kötüleştiğini söylediği bir ülkede, denizlerde, havada ve karada savaş filoları dolaştırmak, durmun daha da kötüleşmesine neden olmaktır. Türkiye’yi yönetenler, izledikleri politika ile sadece savaş(lar)a davetiye çıkarmıyorlar, halkın daha çok yoksullaşacağı ve ağır bedeller ödeyeceği bir duruma doğru da at koşturuyorlar.

Evrensel'i Takip Et