Bugün ırkçılığa prim verenler yarın faşizme kırmızı halı sererler
Kaynak: Birleşik Devletler Soykırım Müzesi
Bu kez biraz tarih konuşalım, bugünü tarihle anlamaya çalışalım.
Yahudiler, göçmenler, yabancı işçiler dövülürken yükseldi faşizm. Komünistler “iç tehdit” diye damgalanıp sosyalistler için av partileri düzenlendi. Sonrasında sıra milyonlara gelecekti. Almanya’da Nazizm şaha kalkmıştı. Avusturya ve Çekoslovakya’nın ilhakı derken 1 Eylül 1939 Polonya işgali gerçekleşti. İkinci Dünya Savaşı başlamıştı. Erkekler milyonlar halinde cepheye giderken siviller göçe zorlandı. Polonya’da bombalanan şehirler sivil katliamların habercisiydi.
Bugünden Avrupa’da faşizm günlerine bakıldığında genelde Almanya konuşulur. Biz bugün pergelin ucunu Fransa’ya batıracağız.
Emperyalist paylaşım savaşı başladığında Fransa savaşta mıydı değil miydi, belli değildi. Raynaud hükümeti, savaşı içerideki komünistlere açmıştı! Almanlar karşısında 1870-71 yenilgisini yaşayan Fransız gericiliği, işgal durumunda yeni bir “Paris Komünü” görmek istemiyordu. 35 milletvekili tutuklandı. Arkasından sokak tutuklamaları, kitlesel işten atmalar geldi.
Fransa, Nazi işgalinden hemen önce İspanya’dan kitlesel göç almıştı. Franco faşizminden kaçan milyonlar Fransa’ya sığınmışlardı. Ne ki hemen hepsi “kızıl tehlike” olarak toplumdan izole edildiler. Getto ve kamplar, toplu hapishaneler inşa edildi. Çünkü onlar “komünizm belası”nı Fransa’ya getirenler, Hitler’i kızdıranlardı! Fransa’nın karşılaştığı bir diğer göç, Almanya’dan gelen koldu. Nazi teröründen kaçan Almanlar, İspanyollarla benzer muameleye tabi tutuldular. Bugün Yunanistan/Moria Mülteci Kampı’nı gözünüzün önüne getirin, başlarda durum böyleydi.
10 Mayıs 1940’ta Blitskrieg (Yıldırım) Harekatı başladı ve kuzeybatı işgal edildi. Şehirler bir bir düşmeye başladı. Sivil göç güneye kaydı. 6 milyon insan yerinden oldu, 90 bin çocuk kayboldu. Fransa’ya gelen sığınmacıları “vatanlarını terk etmekle”, “savaştan kaçmak”la suçlayanlar, göçe mecbur kaldı! Bugüne ders olur mu? Yorum sizin… Savaştan ilk kaçanlar burjuvalar, aristokratlar, servet sahipleriydi. İlk tren ve otobüs seferleri onlarındı. Yoksul Fransızlar savaş cehenneminin ortasında kaldı.
O vakit Almanya’da bir slogan: “Her Alman vatandaşı için iş ve ekmek”. Bu söylem işsiz proleterlerin, ekmeksiz halkın ruhunu okşarken, yabancı işçiler topun ağzına sürüldü. Yahudiler işaretlendi, yabancılar gettolara hapsedildi. Gerekçe “Irksal yozlaşmadan kurtulmak”tı! Yabancılar Almanların toplum yapısını bozamazdı! Nazi propagandasına göre Yahudiler hem kapitalizmi hem de Bolşevizmi ülkeye sokanlardı. Siyahlarsa ırksal tehditti. “Yabancı” toplulukların izolasyonu, Alman yurttaşları bir mıknatıs gibi tekellerin etrafına toplamıştı. Fareli Köyün Kavalcısı Hitler, sonu felaket olan bu macerada, kitleleri savaş arabasına sürmekten çekinmedi.
Naziler işgal ettikleri topraklara “Lebensraum” denen yaşam alanlarını götürdü. Burada Yahudilere, Çingenelere, siyahlara yer yoktu. Yaşam alanları Almanlar içindi. “Alman halkının toprağa, enerjiye ihtiyacı var”dı! “Einsatgruppens” denen operasyon grupları, etnik temizlik mekanizması olarak örgütlendi. Fethedilen topraklarda faşist milis güçler oluşturuldu. Kanlı eylemler için yerelde işe alımlar yapıldı. Letonya, Estonya ve Ukrayna’da bu milisler 1,5 milyon insanı katletti. İnfaz yetmediğinde toplama kampları devreye girdi. Endüstriyel imha 6 milyon Yahudi’nin canını aldı.
Paris açık şehir ilan edildiğinde, merkez Bordeaux’a kaydırılmıştı. Görevi devralan Petain halka şöyle seslenecekti: “Savaşa son vermek için düşmanla iletişime geçtim!” Bin kilometre boyunca ülke ikiye bölündü. Savaştan korkanlar rahatlamıştı. Ama nereye kadar? Parlamento binasında gamalı haç dalgalanmaktaydı. “Milli Devrim”, “Kültür Devrimi” diyerek Hitler’e selam duran Fransızlar artık Almandı. Kukla yönetim Vichy hükümeti çok geçmeden “Yahudi tasarısı”nı onayladı. 1942’de Yahudilere “sarı yıldız” takma zorunluluğu getirildi. Amaç “Fransızları yabancılardan korumak”tı! Yerli ve milli olmayanların malları yağmalandı. Mobilya ve eşya fuarları kuruldu, ganimetler satışa çıkarıldı. Yasayla 4 bin çocuk kamplara gönderildi, 70 bin tutuklu Yahudi’den sadece 2 bin 500’ü hayatta kaldı. Mülteci dernekleri birçok çocuğu kurtardı…
Elbette ne tarih ne de anlatılan hikayemiz hep karanlık.
Naziler 1941’de SSCB’ye saldırınca baltayı taşa vurdu. Barbarossa Harekatı Stalingrad’da durduruldu. Faşistler için çöküş başlamıştı. Fransa’da direniş gruplarına katılanlar nasyonal köleliği reddetmişlerdi. Kızıl Ordu Berlin’e ilerlerken, fırsatı kaçırmayan ABD emperyalizmi Normandiya’ya çıkarma yapacaktı. 8 Mayıs 1945’te faşizm yenildi, Avrupa rahat bir nefes aldı. Ama yerinden edilen, mülteci durumuna düşenlerin geri dönüşü öyle kolay olmayacaktı. Yıkılmış kentlerin, dağılmış sanayinin inşası içinse bu kez Avrupa’nın göçmen işçilere ihtiyacı vardı.
***
Bugün yabancı düşmanlığı ve ırkçılık yeniden yükselişte. Çünkü tekeller, enerji ve pazar paylaşımı için kitlelerin desteğine ihtiyaç duyuyor. Bize gelince… Mitolojideki çift başlı kargı misali; temrenin bir ucu Suriyeli emekçilere, diğer ucu Kürt tarım işçilerine uzanıyor. Tarihin söylediği gerçek ise çıplak: Bugün ırkçılığa prim verenler, yarın faşizmin çizmeleri altına kırmızı halı sermek durumunda kalabilirler.
İlahiyatçı Papaz Martin Niemöller’in sözleri, geçmişle bugün arasında hâlâ çok güçlü bir köprü olsa gerek:
“Naziler, komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim. Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim. Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı!”
Halkın ırkçılığa “dur” diyeceği yer; Suriyeli emekçiye ya da Kürt tarım işçisine ilk küfrün savrulduğu, ilk tokadın atıldığı yerdir.
TEŞEKKÜR
Her yıl düzenlenen Musa Anter Gazetecilik Ödülleri’nde, “Yolcu şifresi ile mültecileri ölüme taşıdılar” başlıklı haberim Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. Jüri üyelerine ve Yeni Yaşam gazetesine teşekkür ediyor, Musa Anter’i saygıyla anıyorum. Ödülü Van Gölü’nde can veren mültecilere adıyorum.
- Deprem illerinde işçiler ve patronlar 21 Mart 2023 04:52
- Beyaz Toros’lar ve onu üreten işçiler 07 Mart 2023 04:52
- Kapitalist yağma düzeniyle hesaplaşmadan bu enkaz kalkmaz 28 Şubat 2023 04:18
- Domuz damı 21 Şubat 2023 04:39
- ‘Asrın felaketi’ ve acil ihtiyaç listesi 14 Şubat 2023 04:33
- Dipten gelen dalga 31 Ocak 2023 04:40
- Bir mitingden ötesi 17 Ocak 2023 05:06
- İBB’ye kuşatma, siyasete vesayet: Ne yapmalı, ne yapmamalı? 03 Ocak 2023 04:45
- Siyaset ve sendikalar 27 Aralık 2022 04:24
- Denizlerden Erdallara yürüdüğümüz bir yol var bizim 13 Aralık 2022 04:34
- Vizyon ve emekçi ittifakı 06 Aralık 2022 04:31
- Gençlik ve umudu kesilen ülke 29 Kasım 2022 04:28