26 Eylül 2020

Devlet mantığı

Recep Tayyip Erdoğan | Fotoğraf: Mustafa Kamacı / AA

Devlet mantığı diye soyut, her hal ve koşulda geçerli bir çözümleme ve eylem formülü yoktur. Devletin çalışması, ülkenin ekonomik koşulları yanında dış güçlerin göreli ülke üzerindeki baskı ve yönlendirmesinden de etkilenir. Devlet ile hükümeti birbirinden ayırdığımızda işler ikili görüntüye bürünebilmektedir. Kuvvetler ayırımı ilkesini genellikle yasama, yürütme ve yargı olarak biliriz. Bu tanımlama doğrudur, ancak bunun arkasındaki asıl ayırım devlet ile siyasi erk ya da genel anlamı ile hükümet arasındaki ayırım olup, devlet ile hükümeti birbirinden ayırmaya yöneliktir. O kadar ki, hükümet ülke aleyhine bir davranışta bulunduğunda devlet parlamento ve/veya yargı yoluyla duruma müdahil olur. Derin devlet ya da güçlü devlet kavramları geçici hükümetleri değil, arkadaki devamlı devlet yapısını simgeler. Hükümetler iktidar olsa da muktedir olmayabilirler. O nedenlerdir ki, var olan siyasi yapının asıl hedefinin devlet aygıtını ele geçirmektir. Günümüzün kavgası, bu iki yapı arasında sürdürülmektedir. AKP’ye akıl veren yargı ve siyasi ekibin ülkeye yaptığı en büyük hasar devleti siyasi erkin emri altına almasıdır.  

Genel hatları ile yapılanmayı böyle ortaya koyduktan sonra, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerin emperyalist ilişkiler bağlamında hangi gücün diğerine başat olduğuna bakmak gerekmektedir. Emperyalizmin güçlendiği dönemlerde güçlü ekonomiler zayıf ekonomilere başat olurlar. Halk gücünün bu bağlamda büyük bir önemi yoktur. ABD saldırısına uğrayan Şili’de yaşanan Allende faciası bu duruma bir örnektir.

Günümüz koşulları geçmişin soğuk savaş yıllarının emperyalist etkisi bağlamında ele alınamaz. Zira günümüzde tek ve başat emperyalist olmayıp, birkaç emperyalist merkez olduğundan, çevre ülkeler ekonomik olarak fevkalade sıkıntılı, fakat siyaset olarak görece rahat konumda olabilirler. Türkiye’nin hava savunma konusundaki manevrası ise çok başlı emperyalist dünyada manevra alan genişliğine örnektir. Gelecekte bu sürecin bağımsızlığı mı yoksa çaresizliği mi simgelediği anlaşılacaktır.

Devlet ile siyasi yapının çatıştığı alan siyasetin iktidarda kalma mücadelesi aşamasında netleşir. Siyasi erkin iktidarda kalmasının dayanakları özel alanda, zayıf da olsa, burjuva, kamusal alanda ise silahlı güçler ve yargıdır. Var olan siyasi iktidarın önceleri Anadolu Kaplanları dokusunu, bu başarılamayınca da şimdilerde kendi 5’li burjuvasını oluşturma gayretleri özel alanı kapatmaya; yargıyı ve silahlı güçlere nüfuz ile de kamu alanını kapatmaya çalışması ilginçtir. Ne var ki, göstermelik de olsa demokrasi denen, en az sakıncalı sistem olarak tanımlanan düzende seçim denen Allah’ın belası (!) bir engel söz konusudur. Hâlbuki Osmanlılar ’da olduğu üzere padişahlık gibi bir sistem olsa, bazı kardeşleri katlederek yaşam boyu iktidarda kalmak olanaklı olurdu.

Maalesef, günümüzde bu güzel ve hayırlı sistem geçerli değil. Bu durumda yeni sistemde siyasal yaşamı biyolojik yaşama uydurmanın bir yolunu bulmak kaçınılmaz oluyor. Gerçi bir insan siyasete atıldıktan sonra iktidarda ya da çevrede olarak devamlı siyasi yaşamını sürdürebilmektedir. Fakat bu durum aktif siyaset sonrasında oluşabilecek yargı sorununu halledemiyor. Öyle ise, yaşam boyu siyasette kalmanın iç siyaset manevra araçlarının geliştirilmesi gerekmektedir.

Örneğin, devlet büyüklerinin Türkiye İstatistik Kurumu Başkanı atamasını yaparken ilgililerle neleri nasıl konuşur? Acaba gizli anlaşmalar mı yapılır, yoksa yaşam boyu ve aile boyu bazı avantajlar mı sağlanır! Aynı şekilde Merkez Bankası ya da bilgi gücünü haiz diğer kamu kurum ve kuruluşlarına yapılan atamalarda ne tür zımnî sözleşmeler gündeme gelebilmektedir? Böylesi örtülü bilgi-örgütü oluşturarak, algı operasyonu ile kamuoyu sıkı denetime alınabiliyor gibi gözüküyor. Ancak ne açıklanan enflasyon oranı akla yakın geliyor, ne de pandemi hasarları!

Siyasi açıdan sıkıntı şurada ki, siyasetin denetimine alınamayan kur ya da pandemi sonuçları önemli firelerdir. Onları nasıl kapatmalı? Sondaj işlerinden Aya Sofya’nın açılışına ve terörle mücadeleye varana dek bir dizi malzeme derin dondurucuda, zamanı geldiğinde kullanılmak üzere bekletilmektedir. Üstelik de, bu süreçlerde ele geçirilmiş devlet ile işbirliği de söz konusu olabilir. Tam da Avrupa Birliği’nin Doğu Akdeniz dalaşını gündeme getirdiği döneme denk düşecek şekilde, 6 yıl sonra Kobani olayı ile ilgili görülenlere harekat düzenlemekle, Ayasofya önünde turistlere yönelik saldırı günü barış bildirisini hiç olmadık şekilde bağıra çağıra gündeme getirmenin siyasi manevra açısından benzerliğine dikkate etmek gerekmez mi? Devletin sinir sistemi polisiye önlemleri öne çeker, ancak toplumsal sinir sistemi ise meseleye sosyal ve siyasal analizlerle yaklaşılmasını öngörür.

Evrensel'i Takip Et