'Kıyamet'in tasviri
Görsel: Kıyamet filminin afişi
Rivayet odur ki, Francis Ford Coppola “Kıyamet”te (Apocalypse Now) rol alması için Al Pacino’nun kapısını çaldığında şu cevabı almış: “Sen tepemde dolanan bir helikopterden bana talimatlar yağdıracaksın, ben ise aşağıda bataklıkta beş ay geçireceğim. Hayır kalsın!”
Al Pacino’nun beş aylık öngörüsünün tutmadığını söyleyelim. Zira filmin 16 aya uzayan seti tam bir karmaşaya neden olmuş, yapımcılar öngörülen bütçelerin üzerine çıkıldığı için tatsızlık çıkarmış, Marlon Brando ile Coppola arasındaki gerilim sektör kulislerinin en önemli malzemesi olmuş, bitmeyen yağmurlar yüzünden sete defalarca ara verilmişti. “Kıyamet” yalnızca anlattıklarıyla değil, çekim hikayeleriyle de ilgiyi çeken bir film olmuştu. Ama 1976’da çekimlerine başlanan film ancak üç yıl sonra seyircinin karşısına çıktığında sinema tarihinin en büyük işlerinden birisi olarak selamlandı.
ABD’nin Vietnam’da aldığı küçük düşürücü yenilginin ardından Hollywood’un bolca çekilen filmlerden birisiydi “Kıyamet.” Bu filmler içinde en iyisi (Bu satırların yazarına göre kesinlikle öyledir) olup olmadığı göreceli kuşkusuz ama en görkemlisi olduğu su götürmez. Bugün Christopher Nolan’ı “Gerçek gemi batırdı, sahici uçak patlattı” diye yere göre koyamayanlar için eski usul görkemin nasıl inşa edildiği dersidir aynı zamanda bu film. “Kıyamet”in politik dili, dönem ve bugün için ifade ettiği şeyler üzerine çok şey söylenebilir ama özellikle ilk bir saati ve son yarım saatindeki kusursuz görüntü çalışması dudak uçuklatır. Üç Oscar’lı Görüntü Yönetmeni Vittorio Storaro’nın ilk bir saatteki savaş sahnelerinin görkemi gerçekten hayranlık uyandırıcıdır. Son bölümdeki gerçeküstü his ve ışık oyunları tekrar tekrar izlenmeyi hak eder. İşte sinema tarihinin bu en önemli filmi yönetmenin kurgusuyla bu haftadan itibaren Başka Sinema salonlarında. “Apocalypse Now Final Cut” adıyla ve restore edilmiş kopyasıyla gösterilen bu üç saatlik epik destanı “Salonda film izleme cesareti” olan herkes için bu haftanın seçeneği olarak öneriyorum.
Film, Vietnam’da olmak ile evine dönmek arasında hiçbir fark kalmadığını düşünen, bir anlamda dibe vurmuş Yüzbaşı Willard’ın yolculuğunun hikayesidir aslında. Hem içsel hem de fiziki bir yolculuktur bu. Bir dönem CIA için de çalışmış olan Willard, kafasına göre hareket eden ABD’li bir albayı ortadan kaldırmakla görevlendirilir. Albay Kurtz, askerleriyle birlikte isyan etmiş ve Kamboçya’da ormanın derinliklerinde kendisine ilkel bir ‘kabile devleti’ inşa etmiştir. Willard’ın bir grup asker ile birlikte Vietnam’ın derinliklerinden başlayarak Kamboçya’daki bu kampa uzanan yolculuğu bir yandan bu savaşın anlamsızlığını gösterirken, diğer yandan karakterimizin kendisini yeniden inşa edişine tanıklık etmemizi sağlar. Yol boyunca ABD ordusunun durumunu görürüz ve temel olarak dikkatinizi çeken şey ‘başsızlık’ meselesidir. Yani ya komutanlar sorunludur ya da gerçekten ortada yokturlar. Bu da savaşın kaybedilmesinin nedenlerinden birisi olarak gösterilir. Tam bunun karşısında ise kendisi gibi düşünen daha az sayıdaki askerle sorunu çözeceğini düşünen Kurtz’u koyar film. Ama Kurtz’un kazığa oturtmak, kafa kesmek gibi yöntemleri vardır.
Michael Ryan ve Douglas Kellner’ın ’90’lı yılların başına kadar Hollwood’un ideolojisini inceledikleri “Politik Kamera” kitabında bu film “Vietnam” değil de “Kahramanın Dönüşü” bölümünde ele alınır. Yazarlara göre Willard’ın finaldeki dönüşümü kahramanın babayı öldürüp yerine geçmesi, kendini inşa etmesi, erkekliğini tesis etmesi gibi okunmalıdır. Yazarların yukarıdaki paragrafta andığım “başsızlık” konusundaki görüşlerine katılsam da, finale dair yorumun biraz kolaycı olduğunu düşünenlerdenim. Kaldı ki, babanın öldürülüp bir kimlik inşa etmenin her zaman kötü bir şey olmayabileceği gerçeğini de bir kenara atmamak gerekiyor. Filmin bir noktadan sonra ulaştığı gerçeküstü boyutun, artık gerçekte olanları mı yoksa Willard’ın kafasında kurguladıklarını mı izlediğimizi birbirine karıştırdığını düşünüyorum. Willard’ın yolculuğunun mekansalımı tartışma götürür hale geliyor hal böyle olunca. Yolculuk ilerledikçe küçük teknedeki askerlerin davranışlarının, karşılaşılan mekanların ‘gerçekliği’ kayboluyor. Komutansız kampın, Fransızlarla yenilen akşam yemeğinin, afyon içtikten sonra gerçekleşen sevişmenin, Kurtz’un ilkel topluluğunun gerçeküstü görselliği Willard’ın görüşünün bir ürünü olabilir pekala…
Nihayetinde 41 yıldır üzerine konuşulan ve daha uzun yıllar konuşulacak bir film “Kıyamet”. Gerçekçi bir savaş filmi olarak başlayıp gerçeküstü dünyalara doğru geçişi görsel olarak ustaca kotaran, son yarım saatte ortaya çıkmasına rağmen Kurtz karakterinde Marlon Brando’nun akıllara kazındığı, yalnızca savaş üzerine değil; iktidar, erkeklik, kahramanlık gibi kavramlar üzerine düşünmemize de yol açan filmi beyazperdede görme fırsatını kaçırmayın.
- Uçucu bir peri masalı 02 Kasım 2024 04:15
- Altın Koza ve kronik festival problemleri 05 Ekim 2024 04:30
- Dibini görmeyen... 31 Ağustos 2024 04:25
- Silahlı kuvvetler sermayeye hükmetmeye yelteniyor! 10 Ağustos 2024 04:50
- ‘The Boys’ evreni nasıl kuruldu? 03 Ağustos 2024 04:15
- Roma’nın gurbet kuşları! 27 Temmuz 2024 04:25
- En güzeli uzaktan sevmek belki… 20 Temmuz 2024 04:42
- Analardır, adam eden adamı! 13 Temmuz 2024 04:40
- Amerika kimin rüyası? 06 Temmuz 2024 04:46
- Türkiye’nin film festivali rejimi 11 Mayıs 2024 04:15
- Müslüm’ün yapımcısından: Amy Winehouse! 04 Mayıs 2024 04:37
- Dublörün derdinden dublör anlar 27 Nisan 2024 04:15