3 Ekim 2020

23 centlik askerden ÖSO’ya

Fotoğraf: Azerbaycan Savunma Bakanlığı/AA

Soros 2002’de “Türkiye’nin en iyi ihraç ürünü ordusudur” demişti. Halkın nezdinde para-pulla, ticaretle aynı cümle içinde geçmemesi gereken, rejimin mukaddes ve mümtaz direği ordu, bir dış mihrak tarafından ticari bir mamule indirgenmişti. Yıllar yıllar önce, Kore Savaşı zamanında Türk askerinin ABD’ye 23 cente mal olduğunu söyleyen, ABD’nin saldırgan politikalarının o dönemki yürütücüsü dışişleri bakanı ile, vaziyeti kırılgan durumdaki ülkelere turuncu devrimler ihraç eden tüccar demokrat arasındaki fark sadece birkaç on yıldı. Demek ki devrim ihraç etmek, başkalarının ordularıyla sefere çıkmak, o ordulara darbe yaptırmak ABD ilmi siyasetinin farzıydı.

2003’te Irak’a tezkere görüşülürken Meclisin önüne yüz bin kişi yığılmıştı ve bu tezkere Meclisten geçemedi. Soros ile aynı biçimde düşünen milletvekillerinin havadaki parmaklarının sayısı Irak’a asker ihracına yetmemişti.

O zamanlar iyi kötü demokratik kanallar vardı; halk parlamentonun önüne yığılarak hayati bir kararın çıkmasını engelleyerek bir kader seçimi yapabiliyordu. O zamanlar ‘Hükümet sistemi parlamenter sistemin bütün kamburlarından, bağlarından, bütün engellerinden ayıklanmalı, arındırılmalıdır’ diyen ve ‘tavsiyeleri’ ikiletmeden karar haline gelebilen bir Devlet Bahçeli faktörü yoktu. Tek adam rejiminin her gün biraz daha baskıcı bir karaktere büründüğü koşullar da yoktu. Zaten zayıflamış bir denge-denetleme sisteminin Anayasa Mahkemesi gibi neredeyse son kalan kurumu ‘Şehirlerarası kara yollarında gösteri ve yürüyüş düzenlenemez’ yasasını iptal edince kurumun başkanına ‘İşe korumaların olmadan bisikletinle hadi git bakalım’ diyen bir İçişleri Bakanı da yoktu.

Bunları hatırlamak bir geçmiş güzellemesi yapmak anlamına gelmiyor. Bugün yüz binlerce kişinin tek değil üç tezkere görüşmeyi gündemine almış olan Meclisin önüne yığılamadığı koşullardayız ve iktidar cephesinde parlamenter sistemin kamburlarından kurtulmaktan, Anayasa Mahkemesinin kapatılmasından bahsedilebiliyor. Çünkü içerideki huzur ve istikrarın mutlak bir sessizlikten geçtiğini zannedenler bölgeyi ve dünyayı gürültüleriyle rahatsız ederken kendi seslerinin ne kurumlar ne halk tarafından bastırılmasına tahammül edemiyorlar.

Çoktan beri NATO’ya alınma rüşveti karşılığında ‘başkasının davası için’ Kore’ye koşa koşa giden bir ülkeden bölge barışı ve demokrasi taleplerini bastıran demirbaşlaşmış yönetimi sayesinde paylaşım savaşının her türüne kendini dahil etmek üzere önünün açılmasını zorlayan bir ülke haline geldi Türkiye. Bu yüzden sonunda hiçbir şey kazanamasa da bütün pazarlıklarda kendi, özel bir davası var. Bedenini yerleştirdiği her karış toprak için milyon dolarlar ödemek zorunda kaldığı muhatapları ise bu oyunda eskisinden daha kârlı. F-16’lar satmak her bir askere 23 cent karşılığı bakmak zorunda kalmaktan daha büyük bir ticari başarı.  

Bir değil üç; Suriye-Irak, Lübnan ve Afrika-Mali teskerelerinin önüne gelen, aslında yok hükmündeki bir Meclis artık ticari boyutu değişmiş savaşlar için bilet kesmiş olacak. Herfried Münkler ‘Yeni Savaşlar’ adlı kitabında düzenli ordular yerine paralı askerlerden oluşan, ganimet ve yağmadan pay alarak kendi maliyetlerini karşılayan yarı milis illegal savaş örgütlerinin daha büyük bir ticari başarı sağladığını yazmıştı. Çoktan beri savaşlar da özelleştirilip taşerona verildi. Çatışmaları ise şirket mantığı yönetiyor. 

Bugün Türkiye’nin Azerbaycan’a maaşlı cihatçıları gönderdiğini söyleyen Emekli Büyükelçi ve CHP’li Ünal Çeviköz beyanını gelen tepkiler üzerine geri çekse de sosyal medyada bunun görüntülü kanıtları göz önünde dolaşıyor. Hatta Türkiye’nin her bir cihatçıya ne kadar para ödediği telaffuz ediliyor; elemanların İdlib’den mi Türkiye’den mi derlendiği tartışılıyor. Aynı söylenti Libya seferinde de vardı.

Savaş hukukuna, uluslararası anlaşmalara uymak gibi bir yükümlülüğü olmayan illegal savaş makinelerini çatışma bölgelerine ihraç eden devletlerin kazancı bunların esnek kullanıma müsait olmaları ile ilişkili. Ayrıca manevra kabiliyeti yüksek, sosyal ve maddi maliyeti düşük tek kullanımlık milis yapıları onları ihraç edenin de elini temiz tutuyor. 

Bu temiz görüntüye ihtiyaç var. Halklarının sesini bastırsalar da temsil organlarının işleyişi akamete uğrasa ve devlet kurumlarının işleyişi kuralsızlıktan malul olsa da böyle bir kirli ticaret açıktan yapılamaz. Bu yüzden yağmacı, tecavüzcü, talancı çetelere ikame edilen paylaşım savaşlarında oynadıkları rol yüzünden devletler kendi halklarından da birbirlerinden de korkuyorlar. 1 Mart tezkeresini çıkarmayan bir halk iradesi sadece Türkiye’nin potansiyeli değil çünkü, Mısır’dan Yunanistan’a, Irak’tan Lübnan’a her yerde var bu potansiyel. Asker ocağındaki yurttaş ölümleri değil de kayıt dışı, çoğu yabancı unsurların cenazelerinden oluşan sus payı bu potansiyeli ne kadar bastırır, o belli değil.

Birbirlerinin milislerini ihbar edip şantaj yapanların her birinin tenceresinin dibi ötekinden kara olduğu için şimdilik orada bir sorun yok.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et