04 Ekim 2020 00:17

Unutmak yangını

Bir masa üzerinde duran kitap.

Fotoğraf: Pixabay

PAZAR
Paylaş

Hatırlamamız için yardımcı olsun diye satırların altını çizeriz, takvimde bir yeri işaretleriz, not alırız, çerçevelerin içine fotoğraflar koyarız, tren ve sinema biletleri biriktiririz, şarkılara ya da sokak adlarına danışırız ne bileyim herkesin bir yöntemi var işte.

Unutmamak için biraz daha uğraşmak gerekiyor sanırım. Hatırlamak neyse de unutmamak daha meşakkatli sanki, unutursak kalbimiz kurusun gibi bir çıkış ve nedenler toplamı bazı duygularımızı besliyor olsa gerek.

Adnan Özyalçıner söze girse mesela, “hatırlıyorum yahu, Sennur da oradaydı, 1968 senesinin 11 Nisan’ı saat öğleden sonra suları, Yenikapı kahvesinde oturuyoruz. Kemal Özer geç geleceğini söylemişti, o sırada Ali Poyrazoğlu göründü uzaktan…” böylesine söze başlayabilen bir kuşak var. Sadece Özyalçıner mi? Hayır efendim, bir kuşak böyle… Cengiz Gündoğdu söze başlasa yıl, ay, gün, saat ve hazirunu sıralar…

Eray Canberk için aynı şeylerin geçerli olduğuna defalarca tanık oldum. Kendisinin anlattığı Cılavuz Köy Enstitüsü’ne gitme, orada bir günü geçirme hikâyesi dün gibi berrak.  Anlatırken ya da yazarken o günün hikâyesinin nereden, nasıl ve kiminle bir toplama ulaştığını gayet iyi anımsıyor.

Refik Durbaş da öyleydi. Özellikle yazılarında tarihin akışını gayet net anımsayan cümleler kurduğuna hepimiz tanık değil miyiz? Anlattıkları da dinlemeye değerdi kuşkusuz. Bir gece Bulgaristan’da bir otel odasından alınıp havalimanına bırakılışını anlatmıştı… Hey gidi.

Bana kalırsa bir kuşak yazılı kaynak bulundurup yakalatmaktansa ezber ederek korunmaya çalıştı. Yazıyı ezber ettiği gibi günü ve zamanı da ezber etmesi bundandı.

Unutma pelerini gerili göğe sanki. Belki memleket meselelerine çok fazla kafayı taktığımız için, bilmiyorum. Yatıp kalkıp bugün gene ne oldu, gündem nereye evrildi, yok artık bu kadar da olmaz diye hayret ettiğimiz her şeye alışır duruma geldiğimiz şüphesiz. Salah Birsel makalesi okumak yerine sosyal medyadan gündem takip ettiğimiz için tarihin mizahıyla da aramız açılıyor.

Sennur Sezer’e sorsanız size Mecidiyeköy’deki hemen Şişli’ye dönerken sağda olan otobüs durağının tarihini anlatır, Kar Kuyusu adını nereden aldığını, dönemin ileri gelenleri ile halk arasında bu nedenle nasıl bir münasebet olduğunun bilgisini verirdi. Bu mu sadece? Sirke yaparken neye dikkat etmeniz gerektiği, Divan’dan günümüze şiirde sarımsağı kimlerin nasıl kullandığı, İlhan Berk’in o şiiri kimden esin aldığı noktasında geniş geniş açıklamalarda bulunurdu. Mahallenizde artık akmayan çeşmenin sadece story’e koymaktan öte bir nedeni ve anlamı olduğunu düşünmenizi de sağlar, su kemerlerinin İstanbul’daki yaşamsal önemine getirirdi sözü ama o sırada zaten sizin story etkileşim almıştır efendim.

Böyle yaşayıp gidiyoruz ve unutmanın anahtarı saklı her birimizde. Ahmet Oktay şiiri okuyan var mı son zamanlarda çok merak ediyorum. Soysal Ekinci bir ipin ucunda sallanıyor hâlâ ve memleketi şuarası Biri Yitik İki Ülke diye bir kitaptan habersiz şiir yazıyor.

Hayatta olsa ve etkin bir biçimde sosyal medya kullanmasa, şiirleri yalan yanlış sözcükler, dize kurulumları ve ekleme çıkarmalarla bu kadar paylaşılmasa nice şairin kendi yağında kavrulan bir hayatı yaşamaya devam edeceğine şüphe yok. Haaa uyumadan önce başucuna su koymak istiyorsa söyleyecek bir şey yok. Ama gidip mezarına bir demet çiçek bile bırakmadığımız nice şairin unutulup gittiğine hangimiz tanık değiliz ki? Yaşayanlar için söyleyecek bir sözüm yok, görünür olup olmamak kendi bilecekleri şey, kendileri bilir. Demokrasi mücadelesi için bile ortaya çıkmadıklarına, birçok metne imza vermekten imtina ettiklerine göre, evlerinin oturma odası rahat olsa gerek. Sonsuza kadar bu rahatlıkla semireceklerini düşünenler olduğunu söyleseniz buna da inanırım. Devlet bu, nerede ne zaman yoklayacağını bilir. Bu da bir not olarak bulunsun unutmak isteyenler için.

Çok geri gitmeye gerek yok, yakın zaman önce kaybettiğimiz nice insan için sadece içlenip iç çekiyoruz. Filiz Bingölçe o kadar zaman çalışıp Kadın Argosu Sözlüğü, Futbol Argosu Sözlüğü ve Asker Argosu Sözlüğü’nü hayatımıza kazandırmamış olsa ne kadar yavan olurdu günlerimiz ve kasıntı erkeğe jonklör denildiğini nereden bilirdik. Hele mezarına kurşun kalem diktiğimiz Hulki Aktunç’un Büyük Argo Sözlüğü ile karşılaştırmalı okuduğumuzda, biz erkek milletinin kendimizi ne kadar ciddiye aldığımız ve nasıl komik durumlara düştüğümüze de tanık olmanın rezilliği işte.

Neyse daldan dala atlayıp mevzudan uzaklaşıyoruz, uzaklaştıkça da meramımız dudak büküyor. Ressamlar, heykeltıraşlar, müzisyenler nasıl etkileniyor bundan pek bildiğimi iddia edemem ama yazın alanında ciddi bir susku suikastının olduğuna şüphe yok. Yaşadığı dönemde fırtınalar estiren nice şairin ölümünden kısa süre sonra unutma makamına geçtiğine tanığız hepimiz.

Unutursak kalbimiz kurusun, diye bir şeyler mırıldanmıştık bir zamanlar. Anımsayanı sosyal medyada alkışlıyorlar, haberiniz olsun.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa