“Önüm-arkam, sağım-solum savaş!”

Fotoğraf: Fırat Topal/Evrensel
Bir süre önce Habertürk kanalına çıkan A. Davutoğlu’nun, devletin Suriye politikası üzerine söyledikleri, egosantrik paradosi bir yana, partisinin “çapı” nedenli olmalı fazla dikkat çekmedi. Ancak Davutoğlu, “Stratejik derinlik” adlı kitabındaki derin işgalci politik strateji üzerine konuşurken fikrini de zikrini de bir kez daha ifşa etmiş oldu. MHP destekli Erdoğan yönetimini, girişilen askeri operasyonları Halep-Musul hattının Türk egemenliğine girmesine dek sürdüremediği için eleştirdi; ihvancılığa toz kondurmadı, ‘Doğu Akdeniz’ ve Libya politikasına destek verdi vb. Gazetecilerin sorularına yanıtlarında dikkat çeken bir diğer unsur da, Erdoğan tarafından hangi tür darbeci yöntemlerle harcandığı idi.
Bu sonuncusu olmasaymış, kendisinin başlattığı “derinlikli stratejik politika” doğrultusunda daha derin Ortadoğu-Kuzey Afrika, Balkanlar ve Kafkasya havzalarında “Türk İslam Dünyası”nın damgasını vuran politikalar daha başarılı şekilde sürdürülebilirmiş! İzleyici dinleyiciler nasıl karşıladılar bilinmez ama, onu ve partisini “Tek adam yönetimi”ne karşı, ve “parlamenter sistemden yana” olması nedeniyle “yeni demokrasi ittifakı”nın silahşörü gösterenlerin nasıl da büyük bir yanılgı içinde oldukları, bu programdaki perfonmasıyla bir kez daha açıklık kazandı.
Davutoğlu’nun bizzat uygulama olanağından bir süreçte mahrum bırakılması nedeniyle üzüntüsünü çektiği politikaları kararlılıkla uygulama dairesinin sevk ve idare amiri rolünü üstlenmiş olan D. Bahçeli, bir aralar, yarım Hitlerci el savurmasıyla “Şam yıkılmalı!” diye hiddetlenip işaret füzelerinin düğmelerine basarken, şimdi de, “Ermenistan’la anlaşma yok!, Sonuna dek gidilmeli!” diye savaş da savaş diye ay yıldızlı bayrağı “Erivan’da dalgalandırma”ya soyunurken, Davutoğlu’nu mest edecek işler yapıyor.
Azerbaycan üzerinden yeni bir cephe açılmışken, “Türk Dünyası”nın daha geniş çoğrafyasında Türkiye’nin “büyüklüğünün gösterilmesi“ni isteyenlerden biri de Meral Akşener'dir. Partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada Akşener, iktidardakilerin doğru bir yolda olduklarını söyleyerek “gönüllerini ve akıllarını, ihvan coğrafyasından alıp, Türk Dünyası’na” çevirmelerini; “geçmişimizin ve geleceğimizin bu kutlu coğrafyasının ne anlama geldiğini” anlayarak hareket etmelerini istiyor. Çokça malum olduğu üzere, ayağının burkulup düşmesi durumunda mevcut iktidarın yerine oluşturulacak burjuva alternatifin en ön safında olması kuvvetle muhtemel olan adayın “aklı ve gönlü"nün yönünü de işaret ediyor bu açıklamalar.
Türkiye’yi yönetenlerin hemen her gün birkaç koldan yaptıkları açıklamalarla “Azerbaycan’a tam destek verdiklerini” ilan ettikleri, Ermenistan’a karşı savaşanların “Türk devleti ve ordusuyla ilişkileri”ni sergileyen haber ve görüntülerin uluslararası kanallardan sergilendiği bir durumda, burjuva muhalefetin yek-vücut savaşçı kesilerek Saray komutasında marş söylemesi, milliyetçilik rüzgârına güç katarken Erdoğan-Bahçeli cephesine de, aradığı güç için alanı biraz daha genişletmiş oluyor. Kuşkusuz savaşçı koalisyon bunlardan ibaret değil. Her biri birkaç on bin dolara köşe kapan basındaki kalpazanlar, fetihçi-işgalci savaş karşıtlığını kötüleyerek savaş araçlarına iliştirilmiş saha jandarmalarıyla kara propagandayı körüklemekte; şehit-gazi söylemi ve övgüsüyle halk kitlelerini işsizlik, açlık ve yoksulluk karşıtı mücadele yerine iktidarın politikalarına yedeklenmeye çağırıyorlar. Savaş koalisyonu böylece bir ayağa daha kavuşuyor.
Ve bu manzarada, içeride halk muhalefetinin görünür olduğu her yere yönelik balyoz harekâtları birbirini izliyor. İçişleri ve Milli Savunma Bakanlıklarının birbirini tamamlayan “etkisiz kılınan terörist” listeleri yayınına HDP’ye yönelik sistematik operasyonlar, demokratik-sosyalist muhalefetin çeşitli adreslerine yönelik saldırılar ve yeni operasyon hazırlıkları ekleniyor.
Büyük sermaye ise, milyoner sayılarındaki ve pandemiye rağmen kârlardaki artışla net şekilde görüldüğü üzere, büyümesini sürdürüyor. 268 bin milyoner az buz değil! Trilyonlarca tutardaki sermaye ve servetleriyle ve koruyucu güçleriyle birlikte bir hayli güç oluştururlar. Ama ya işçi ve emekçiler; çalışan halk yığınları?
Henüz büyük oranda sermaye partileri ve sistem kurumlarının etkisi altında olmakla birlikte, durumları ve güçleri üzerine farkındalık oluşturdukça, imkânlarını kullanma gerekliliğine ikna oldukça, bu yağma düzenine karşı mücadele kararlılığı gösteren ileri kesimleriyle birlikte hareket etme bilinci geliştikçe, mevcut yanılgılarından kurtularak tekelci burjuvazi başta olmak üzere sermaye güç ve kuvvetlerinin kendilerini yağma politikalarının kurbanı olma çağrılarını reddedecek ve kendi kurtuluşlarının savaşına girişeceklerdir. Bugünün ileri işçi ve emekçileri, işçi sınıfı partisi ve devrimci demokratik güçlerin, yukarıda işaret edilen ve giderek daha da ağırlaşacağı belli olan koşullara rağmen, kapitalist parti fraksiyonlarının kitleleri sermaye düzenine bağlı tutmaya hizmet eden politikalarını teşhir ederek bu uyanışın ve mücadelenin gelişimine yardımcı olmaları, sömürülen ve ezilen halk kitlelerinin kendileri için dövüşmeye yönelmeleri için en önemli gerekliliklerden biridir. Burjuva alternatiflerin yeni kulvarlarında boğulmamak için işçi ve emekçilerin buna ihtiyacı vardır.
Evrensel'i Takip Et