09 Ekim 2020 00:34

"Gül gibi yuvalanan" tarikatlar, cemaatler

Görevden alınan Dr. Ali Edizer'in fotoğrafı.

Ali Edizer | Fotoğraf: DHA

Paylaş

Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi yani eskinin GATA’sının Başhekim Yardımcısı Ali Edizer, sosyal medya hesaplarından Medeni Kanun’u hedef alan paylaşımlarıyla gündeme geldi. Erkeklere seslenerek diyordu ki Edizer; “Dün işittim, gül gibi bir yuva yıkılıyor. Niye yıkılıyor koca aldattı diye. Oğlum neden aldatıyorsunuz. Allah-u Teala size ruhsat vermiş. Bir başkasını seviyorsanız, onu da alın. Medeni Kanun’la zaten mücadele ediyoruz. Ama bizi bacılara mahcup etmeyin.” 

Edizer’in bu açıklamasından birkaç gün önce AKP iktidarında kurulan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı Süleyman Arslan, kurumun resmi Twitter hesabından çocuk yaşta zorla evlendirmeleri savunan, “zina” tartışmasını yeniden gündeme getiren ve İstanbul Sözleşmesi’ne saldıran açıklamalar yaptı. Çocukları, kadınları, tüm vatandaşları ve haklarını korumakla yükümlü olan devletin özellikle insan haklarından sorumlu kurumunun başında olan yetkilisinin; çocukların ve kadınların en temel insan haklarını ihlal eden, cinsel istismar ve tecavüzlere davetiye niteliği taşıyan sözleri ibretlik! Ama şaşırtıcı değil.

Sivilceden patlamış irin gibi ortalığa saçılan bu açıklama ve girişimlerin, üç beş “kendini bilmezin” gerici meşrebine havale edilecek “marjinal” çıkışlar olmadığı, dolayısıyla da göstermelik görevden almalarla geçiştirilemeyeceği çok açık.

Kadınların medeni yasaların düzenleyici olduğu bir toplumsal yaşamın parçası değil, “tarikat” kurallarına tabi “cariyeler” haline getirilmesi için bizzat devlet aygıtının kullanıma sokulduğunu gösteren bu girişimlerin yalnızca siyasal-ideolojik bir mesele olarak okunması da yeterli değil.

Devlet, tüm kamu kurumlarının tarikatlar tarafından parsellendiği bir bürokratik yapı haline gelirken, tarikat ve cemaatler, siyasal-ideolojik-kültürel belirlenimlerden ayrılamayacak biçimde ekonomik-sınıfsal çatışma dinamiklerinin, sermaye birikim sürecinin “ihtiyaçlarının” da bir parçası olarak işlev görüyor.*

Kadınları tarikat-cemaat yasasıyla yaşamayı zorunlu tutmakla “kutsal aile”nin kapitalizmin mabedi olarak her gün yeniden inşa edilmesi, toplumsal yaşamın tüm veçheleriyle “din-iman” çemberine alınarak tüm sorunlara “şükür” örtüsü örtülmesi arasındaki bağ açık.

Emekçi sınıflardan kadınlardan beklenen, “Sosyal haklar ortadan bir bir kalkarken evin bekçiliğini yapmak, talep beyan ederek bölüşüm sistemine çomak sokmamak ve nihayet bütün bireysel ve yurttaşlık haklarından vazgeçerek bir lokma bir hırkayla idare edebilmeyi öğrenmek” olduğu için; tarikat ve cemaatlerin at koşturduğu bir toplumsal ekonomik düzen bu beklentinin belkemiği adeta.

Ezilen sınıfların günlük-yaşamsal ihtiyaçlarının tarikatlar-cemaatler eliyle karşılandığı, yüz binlerce emekçinin tarikat-cemaat ilişkilerine bağımlı hale getirildiği bu işleyişin toplumsal hayattaki karşılığı; tarikat şeyhlerinin, cemaat liderlerinin her biri adeta kendi derebeyliğinde mutlak otorite olarak, hiçbir yasa ve kurala bağlı olmaksızın, kendi ilke ve usullerince varlıklarını sürdürürken, çocukların ve kadınların hayatını karartmayı bir “hak”, bu karartmaya ses çıkarmamayı ise “görev” olarak sunmak oldu.

Ülkenin, özellikle de kadınların geleceği tarikat ve cemaatlerin gerici vahşetlerine hapsedilirken, “Kız çocuklarıyla evlenmenin meşrulaştırılması, çocuk ve kadınlara taciz ve tecavüzün suç listesinden çıkarılması, evrensel hukuktan uzak, bütün çağdaş gelişme ve düzenlemelerin ihanet damgasıyla itibarsızlaştırıldığı, kadınların açık pazarlarda meta olarak satıldığı karanlık bir çağ, bu yapılarca el ovuşturarak bekleniyor.”**

Bu karanlıkta laikliğin yalnızca yaşam tarzı savunusuna, kılık kıyafet özgürlüğüne, kültürel ve dini değerlerin serbestiyetine indirgenmesi ne mümkün ne de yeterli. Yoksul milyonların neoliberal kapitalizmin dinci muhafazakar kurgusu uğruna yaşamlarının heba edildiği, kapitalist önceliklerin İslami referanslarla uyumlulaştırılarak hayata geçirildiği bu ülkede laiklik mücadelesi elbette sınıfsal bir meseledir ve elbette kadın ve çocukların “yaşamsal hakları” bakımından da vazgeçilmezdir.

* Yeni E dergisinin Ekim sayısında “Emek Sömürüsü, Sermaye Birikimi: Bugünün Tarikatları” dosyası bu açıdan kapsamlı analizler sunuyor. Okunası…

** Cevriye Aydın’ın Ekmek ve Gül dergisinin ekim sayısındaki yazısı bu yapıların kadın ve çocuklar üzerindeki denetiminin geçmişine ve bugününe dair önemli değerlendirmeler içeriyor

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa