11 Ekim 2020 00:13

Devlet aleyhine toplumsal olayları haber yapmak

Van'da gözaltına alınan gazeteciler

Fotoğraf: MA

Paylaş

Başlık ne kadar manasız. Toplumsal olayların pek çoğu zaten devlet aleyhinedir. İnsanlar haklarını aramak için tabiri caizse “olay çıkarır”. Kampanya yapar, imza atar, protesto eder, sokaklara dökülür, yürür… Ve tüm bunlar temel bir insan hakkıdır. Hiçbirimizin beğenmediği Anayasa’nın 34. Maddesi bile “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” der. Eskiden hukuk değil, bakın bazı iletişim fakültelerinde dahi gazetecilik eğitiminin bir parçasıydı: “İzinsiz gösteri yürüyüşü yapmak isteyen gruba polis müdahale etti” diye başlayan bir haberi örnek gösterdiğimizde, bunun izne tabi olmayan bir hak olduğunu söyleyen öğrenciler vardı, şimdi kalmadı.

Haksızlığa uğrayan sesini duyurmak ister ve işte orada medya devreye girer. Gazetecilikte esasen “mış gibi yapmak” anlamına gelen objektiflik kriteri yıkılalı çok oldu. Ana akım / merkez medya olarak tabir edilen büyük sermayeye dayalı, etki gücü yüksek medyanın tarafsızlık miti bile yerle bir oldu, yalnızca Türkiye’den bahsetmiyorum. Ana akım medya, gerek gelir modeli gerekse patronaj nedeniyle zaten her zaman yanlıydı. Devletin ve onu da kapsayan sermaye sınıfının yanındaydı. Ama arada kaçakların olmasına da izin veriliyordu, devlet de cevap vermese dahi, en azından gazetecilerin soru sormasına izin veriyordu. O günler çok geride kaldı.

Çıta öylesine geriye çekildi ki, ifade özgürlüğü bizzat muhalefet tarafından dahi mevzu dışı bırakıldı. HDP Milletvekili Garo Paylan, Karabağ için ateşkes ve müzakere çağrısı yaptığı için Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM)  tarafından verilen gazete ilanlarıyla hedef gösterildi. Bu arada ASAM Yönetim Kurulu’nun Süleyman Soylu’ya yakın bir ekip olduğunu, açılımlar sürecinde AKP yerine o zamanın muhalifi Demokrat Parti saflarına katılmaya hazır isimlerden oluştuğunu hatırlatmakta fayda var. Buna karşı bireysel düzeyde tepkiler olsa da, partiler düzeyinde Paylan’a Mustafa Kemal’in “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi üzerinden bile sahip çıkılmadı.

Levent Gültekin, geçen hafta başı Halk TV’de Murat Sabuncu ile yaptığı programda Azerbaycan’ı demokratik olmamakla, hatta aşiret devleti olmakla suçladı. Katılırsınız katılmazsınız, Levent Gültekin’i beğenirsiniz beğenmezsiniz ayrı, lakin bir ülkenin yönetim biçimini eleştirmek suç mudur? Gültekin bu tespiti, aynı sözcüklerle, Birleşik Arap Emirlikleri için yapsaydı RTÜK en üst sınırdan para cezası verecek miydi? Hem de oy birliği ile! Gültekin “Azeriler koyun gibidir gider böyle iktidarlara oy verirler” deseydi bu bir nefret söylemi olabilirdi, ama söylemindeki hedef Azerbaycan hükümetiydi. Buna rağmen, HDP’li üye Ali Ürküt’ü tutuklandığı için dışarıda bırakıyorum, RTÜK’ün muhalefet partisinden seçilmiş üyeleri bu oy birliğine nasıl katıldılar? Bizzat Gültekin bile sözlerinin maksadını aştığını düşünüp açıklama yapma, özür dileme ihtiyacını neden hissetti?

Oysa daha Eylül başında Macron’un azarladığını iddia ettikleri Le Figaro muhabiri Georges Malbrunot’ya sahip çıkmıştı iktidar eliyle İletişim Başkanlığı. Malbrunot, yazısında meclisin klanlardan yani bir nevi aşiretlerden oluştuğunu söylüyordu. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

Çıta bu kadar geriye çekilip, iktidarı ürkütmemek pahasına bu denli “mış gibi” yapılınca muhalefet açısından söylem ve eylem tutarlılığı da mümkün olmuyor.

‘BU’NUN HABERİ

Başlıktaki manasız ifade Van’da Servet Turgut ve Osman Şiban’ın askerler tarafından helikopterden atıldığı iddiasını haberleştiren Mezopotamya Ajansı muhabirleri Adnan Bilen, Cemil Uğur ile Jinnews Muhabiri Şehriban Abi, gazeteci Nazan Sala’nın tutukluluğunun gerekçesi. Gazetecilere yönelik soruşturmayı yürüten savcı aynı zamanda gözaltında bindirildikleri helikopterden atılmaları üzerine Servet Turgut’un yaşamını yitirdiği, Osman Şiban’ın ise ağır yaralandığı olayla ilgili kolluk görevlileri hakkında açılan soruşturmayı yürüten kişi. Bu bir hukuk garabeti değilse nedir?

Konuyla ilgili devletten tatmin edici hiçbir açıklama gelmedi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu iki hafta önce TGRT’de bir programa katıldı, bu olayla ilgili soruya verdiği yanıtta kişilerin adını zikretmeyerek “kovalarken bu, kayalıklardan düşüyor” dedi. Kimse “bu kim?” diye bile sormadı. “Bunu ve aldıkları diğer kişileri helikoptere koyuyorlar ve hep beraber şeye götürüyorlar” diye anlatmaya devam etti. Sonra sordu “Bilmiyorum siz helikopterle gezdiniz mi? Benim işim helikopterle gezmek. Helikopter inmeden kapısı açılmaz”. Sonra Van Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturma açtığını da söyledi. Biliyor muyuz soruşturmanın neticesini, bilmiyoruz. Ancak olayı haberleştiren dört gazetecinin tutuklandığını ve tutuklanma gerekçesini artık biliyoruz.

90’ları hatırlatmayacağım çünkü “bu” başka bir şey. Çıtanın yerini stratejik olarak değiştirmek, öğütülmekten kaçış imkânı vermiyor. Bugün bir Kürt gazetecinin başına gelen yarın zeytinliği elinden alınan köylünün de, greve çıkmak isteyen petrol işçisinin de, onu haber yapan başka gazetecilerin de başına geliyor, gelmeye devam edecek. Anayasa Mahkemesi bu yüzden kaldırılmak isteniyor, meslek örgütleri bu yüzden rahatsızlık veriyor. En zayıf halka ise bunu haber yapan / yapabilecek gazeteciler…

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanını biraz çarpıtarak bugünün şartlarında denebilir ki “İktidar bir yel değirmenidir, umut öğütür”(*) ta ki hakikatle yüzleşip onu eğip bükmeden, ona sahip çıkana dek.

(*) Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın 1922’de yayınlanan (daha önce tefrika edilen) romanının adı “Gönül Bir Yel Değirmendir Sevda Öğütür”. Gürpınar’ın cinsiyetçi yaklaşımını, dönemin fikir hayatına dair kimi zaman “dedikodu” sayılabilecek tiratlarını bir kenara bırakıp, dilinin, üslubunun keyfini çıkarmayı önerecek bir müfredata dahi sahip değiliz bugün.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa