IMF ve OECD ne diyor?

Fotoğraf: Pixabay
Kapitalist sistemin krizi, pandemiyle birlikte derinleşirken kamuculuk üzerine ilginç yaklaşımlar ortaya çıkıyor. Son olarak IMF ve OECD de kamusal yatırımların önemine dikkat çekti. Devletlere özelleştirmeyi ön koşul olarak dayatan, kamuya ait şirketlerin özel sermaye tarafından yağmalanmasını savunan bu kurumlar ne oldu da birden kamu yatırımlarını savunur oldular? Nedeninin ne olduğu konusunda açık bir fikre sahibiz: Bu neden kapitalist sistemi korumak ve sağlamlaştırmaktır. Böyle olmakla birlikte söylenenlere yakından bakmak gerekiyor.
Şunları dikkatle okumak gerekiyor: “IMF de mali izleme raporunun önden yayımlanan iyileşme için kamusal yatırım başlıklı, 2. bölümünde (Public Investment For the Recovery, Fisal Monitor October 2020) Covid-19’un neden olduğu belirsizlik ve güvensizlik ortamında üye ülkelerin hükümetlerine kamu yatırımlarını artırarak, milyonlarca yeni iş yaratma ve ekonomik iyileşme umutlarını canlandırma çağrısında bulundu… Türkiye’nin de üyesi olduğu Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü de (OECD), yayımladığı bir çalışmada (The Covid-19 crisis and state ownership in the economy June 2020) Covid-19 krizi sırasında kamu mülkiyetinin yaygınlaşmasının normal karşılanması gerektiğini söylüyor.” (Aktaran H. Kozanoğlu 10.13.20 BirGün)
Bu kurumlar, krizin Covit-19’dan kaynaklandığı, salgın öncesinde de krize doğru giden, salgının bu gidişi hızlandırdığı ve açığa çıkardığı gibi çarpıtmaya ve kapitalizmi aklamaya yönelik yaklaşımlarını şimdilik bir yana bırakalım ve “önerilerine” biraz yakından bakalım. Bu iki kurumun önerisinde de ortak olan noktalar şunlar, yeni iş imkanı yaratmak, istihdamın artırılması, kamu mülkiyetinin artırılmasının normal karşılanması vb.” Oysa kapitalizmin teorisyenleri bütün bunların piyasanın “düzenleyici eline” bırakılması gerektiğini hep söyleyegeldiler ve özelleştirme furyaları da bu gerekçelerle yola çıktı. O dönemde büyük sermayenin çıkarı özelleştirmelerden yanaydı, şu günlerde de kamulaştırma ve kamu yatırımlarından yana!
İlgili okurlar solda kamulaştırmalar üzerine bir tartışma yürütüldüğünü de takip etmiş olmalı. Son olarak CHP Genel Sekreteri S. S. Böke de kamu ihalelerinde işin kaymağını yiyen, garantili gelirleri ceplerine indiren ve kamuoyunda “beşli çete” diye bilinen şirketlerin yaptığı işlerin kamulaştırılacağını ilan etmişti. Sonradan parti tarafından çeşitli düzeltmeler yapıldı. Ama sorun ortada, yani kamulaştırma ve kamu yatırımları sistemin güncel bir ihtiyacı olarak orta yerde duruyor. Açıkçası bu sorun sadece ilericiler ve solcular tarafından değil, amaçları ve kalkış noktaları farklı olsa da bizzat kapitalist düzenin sahipleri tarafından da ortaya atılmış durumdadır.
Bu durum ilerici, solcu, sosyalist parti ve akımların da net bir tutum takınmasının zorunluluğunu orta yere getiriyor. Genelde şu gerekçe ileri sürülüyor; ‘Biz onların istediği gibi bir kamulaştırmayı istemiyoruz ve savunmuyoruz’ Güzel ama istenen nedir? Bu konuda tam bir bulanıklık yaşandığını görüyoruz. Bu savununun en ileri noktasını “sola açık bir iktidarın” bunları yapması ve aynı zamanda çeşitli kollektif mülkiyet biçimlerinin de savunulması oluşturuyor. Ama Avrupa ve Latin Amerika’da adlarında sosyal demokrasi, sosyalist, hatta komünist olan partilerin seçim kazandıklarını ve bunların deneyimlerinin tam bir başarısızlığa uğradığını artık tecrübeyle biliyoruz. Uluslararası büyük sermeyenin sahipleri de biliyor ki, yönetenlerin kim olduğundan, kendilerini politik olarak nasıl adlandırdıklarından bağımsız olarak herkese kamulaştırmayı, kamu yatırımlarını öneriyor. Yani her yol kapitalizme çıkıyor.
Deneyimler sorunun köklü çözümünün sermayenin iktidarının devrilmesinden ve tasfiye edilmesinden geçtiğini ortaya koyuyor. Köklü bir mücadele ile bir altüst oluş başarılmalı, sermaye devrilmeli ve iktidar işçi ve emekçilere geçmelidir. Kamulaştırmalar bu koşullarda toplumsallaştırma olarak içerik kazanacak ve kapitalizmin tasfiyesine yönelecektir. Bu sorunun köklü ve gerçek çözümüdür. Peki şu anda buna yapmaya gücümüz yoksa ne olacak? Olup biteni seyredecek miyiz? Elbette hayır! Geçici çözüm şu olabilir; bütün temel hizmetlerin -sağlık, eğitim, ulaşım vb- kamusal olarak verilmesi ve her yurttaşın bunlardan ücretsiz olarak yararlanması, bu hizmetleri veren kurumların da çalışanları tarafından yönetilmesi. Bu bir ara duraktır ve farklı koşullarda gündeme gelen “geçiş sloganlar ve durumları” ile karıştırılmamalıdır. Şöyle de benzetebiliriz; üniversitelerin özerk olmasını hep istedik ve savunduk vb. Bu bir geçiş sloganı değildi ve yaşamın, mücadelenin içinden çıkan bir talepti. Bu gibi talep ve uygulamalar kitlelerin bilincini ve mücadele deneyimini ilerleten pratiklerdir ve daha ileriye gitmenin de yolunu açarlar.
Evet bütün bunlar güncel mücadelelerin konusudur ve işçi ve emekçi halk bu tür mücadelelerin yolunu tutmadan mahkum edildiği açlıktan, işsizlikten, salgınlardan, sömürüden cehaletten kurtulamayacaktır. Bütün bu sorunlar çözülmek üzere orta yere gelmiştir ve eğer bunlar bir Gordion Düğümü gibi görünüyorsa, kılıç da işçi ve emekçi halkın elindedir.
Evrensel'i Takip Et