Akademi açılırken
Fotoğraf: Evrensel
Geçmişte yapılan yanlışlar geçmişte kalmaz, kalmıyor. Yanlışlar zaman içinde fırsatçılar tarafından istismar edilerek, ilgili kurum yıpratılır. Bu süreç çok acı bir şekilde akademi dünyasında yaşanmış ve yaşanmaktadır. Şöyle ki, çok eski yıllarda akademi açılırken her bir üniversite bir siyasi lideri kapmaya çalışırdı. Kimi cumhurbaşkanını, kimi dönemin başbakanını, kimisi de geri kalan siyasileri paylaşırdı. O kadar ki, sanki üniversiteler kıdem ya da toplumsal kıymetlerine göre siyasetin üst kademelerine ulaşmaya çalışırlardı. Belki de, siyasiler kendilerine çağırıldıkları üniversiteye göre değer biçiyorlardı! Diğer koşullarla birleşen bu anlamsız teslimiyetçi uygulamanın üniversiteleri 1982 cinayetine ve nihayet günümüz koşullarına sürüklemesi kader değildir.
Üniversitelere karşı takınılan bugünkü davranışa karşı çıkılabilir olurdu, eğer 1982 YÖK kuralına göre rektör seçimine karşı çıkılmış olsa idi. Örneğin, her seçim sonucunda YÖK’ün önüne tek aday sunulmuş ya da meslektaşlarından en yüksek oyu alandan başkasının atanması halinde atananların bu durumu protesto ederek görevi reddetmiş olsa idi! Tüm bu “olsa idi”ler olsaydı zaten bugünlere, rektörlerin siyasilerin, hele de bir parti başkanının makamına gitme gafletini yaşamazdık. Bu durumu görüntüye aldanarak siyasetin zaferi olarak görmek büyük hatadır, eğer siyasetin işlevi ve siyasetçinin etiksel görevi ülkenin tüm kurumları ile kalkınmasını sağlamak olarak tanımlanırsa! Yazık ki, buralara kadar geldik, akademi dünyasında olsun, adalet camiasında olsun, umalım bu acılar sonlanacaktır!
Akademinin toplanma yeri kadar acı olan başka bir mesele de toplantıda konuşulan konulardır. Akademi konusunda, aynen konuşmada icra edildiği üzere aykırı konulara girmeyip, günün önemi bağlamında konuşulması gereken ya da beklenen konular üzerinde durmak istiyorum. Böyle bir günde konuşulacak konuların başında üniversite ve bölümlerinin insan planlaması ve istihdam politikası bağlamında ele alınması gerektiği gelirdi. İstihdam konusu salt üniversite mezuniyetine bağlı olmamakla beraber, ileriye yönelik istihdam olasılıklarına ya da kalkınma hedeflerine göre önem verilen bilimsel alanlarda üniversite oluşturulması hedef olmalıydı. Cumhuriyet yönetiminin ilk dönemlerinde nasıl bazı hedeflere göre yurt dışına öğrenci gönderme politikası izlenmiş idi ise, aynı politikayı bu dönemde de üniversite ve fakülte alanları itibariyle kurgulamak kaçınılmazdır.
Akademi konuları bağlamında konuşulması gereken diğer ve çok önemli konu da üniversite öğrencilerinin eğitim burslarından oluşan borçların günümüzdeki durumu olmalı idi. Hükümet bu konuya iki sebepten dolayı yanaşmaz. Birincisi kapitalizmin en sömürücü aşamasında en sadık yönetim biçimini sergileyen böyle bir iktidar anlayışı akademi ile sermaye ve sömürü arasındaki ilişkiyi anlamaktan uzaktır. Şöyle ki, emekçi olarak yetiştirilen öğrenci istihdam edildiği üretim ünitesinde verimliliği yükselterek artık değer üretip bunu patronun mülkiyetine geçirirken kendisi sadece anlık ihtiyacı için ya da onun biraz üzerinde ücret almaktadır. Kısacası eğitim hizmeti patrona kâr sağlarken, eğitimin maliyeti patrona kâr oluşturan emeğe yüklenmektedir. Potansiyel emekçi olacak talebeye eğitim maliyetini, hele de başarılı olanlara, yıkmak adalet değil, öğrenci aleyhine ters adaletsizliktir. Bu bakış açısı kapitalist cahillerde olmayacağı gibi, bu sistemde yöneticiliğe soyunanlarda ise daha hiç bulunmaz.
Tartışmamıza sömürücü kapitalizm mantığı ile devam edersek, bu kafadaki siyasilerin öğrencilerin birikmiş burs borçlarını silmesi sermaye yandaşlığı ile bağdaşmaz. Şöyle ki, pandemi döneminin özel koşullarından da ayrı olarak sermayeye cömertçe açılım yapan siyasi kafa, salt maliyet hesabından da farklı olarak ideolojik nedenlerle öğrenci burs borçlarını silmez ve öğrencilerin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi büyük bir zevkle sallandırır. Burs borçlarının miktarı çok önemli değildir, ama gençlerin sisteme köle kılınmaları açısından borçların silinmemesi önemlidir. Ama bu devlet büyük vergi borçlarını bir ikindi vakti Tahkim Komisyonunda pazarlık konusu yapabilir; yine bu devlet geçen günlerde yayınmladığı gibi vergi teşvikleri, hem de hiçbir teorik ve ahlakı esasa, hatta kapitalizmin işleyiş kurallarına dahi uymayacak şekilde patronlara yatırım tutarı kadar teşvik verebilir. Bu alicenap devlet bunları yapar, fakat akademi açılışında mutadan muhalefete çatma vs. konular dışında ne akademik özgürlük ve bilimsel özerklikten söz eder, ne de burs borçlularına nefes aldırabilecek müjde verir. Haklıdır; zira olmayandan ve olamayacaktan söz etmek abesle iştigal olurdu!
- Ortadoğu: Bataklığın kan gölüne dönüştürülmesi 14 Aralık 2024 04:31
- Asgari ücret konusu hafife alınmamalıdır! 07 Aralık 2024 04:50
- Çöküş ivmesi durabilir mi, durdurulabilir mi? 30 Kasım 2024 04:51
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33
- Boğaziçililer günü 28 Eylül 2024 05:07