23 Ekim 2020 00:04

Bir fotoğrafa hikaye yazmak 3

inşatta gülen işçiler

Fotoğraf: Özcan Yaman/Evrensel

Paylaş

İkon bir fotoğrafa hikaye yazmaya devam ediyorum. Adı “Gökyüzünde yemek yiyen işçiler”. Son yıllarda ortaya çıkan belge ve bilgiler bu fotoğraf ve o sıralar çekilen diğer fotoğrafların halkla ilişkiler (PR) amaçlı, Rockefeller’in Empire State binasının inşaatının reklam fotoğrafları olduğu biliniyor.

Fotoğraf farklı okumalara meydan veriyor. Lewis Hine’ye göre “Emeğin onurunu” gösteriyor. Bu açıdan bakarsak “Değerleri yaratan emektir” deriz. Evet işçiler (Yalnızca kol emekçilerini değil mühendis, mimar gibi kafa emekçilerini de katıyorum) yaratıcı insanlar. Şimdi yüksekte bir inşaatın uzunca demir kolonuna oturmuş işçi fotoğrafı, yükseklik korkusu nedir bilmeyen işçilerin fotoğrafı niye ikon olmuştur. Hem büyük sermaye şirketlerinin inşaat firmalarının, hem de sendika dernek gibi emek mücadelesi veren örgütlerin duvarlarına asılıyor. Aynı fotoğraf nasıl oluyor da karşıt iki sınıfın duvarlarına asılıyor? İki farklı yorum ve bir fotoğraf. Görünüş ve gerçek arasındaki fark mı acaba? Görünüşte mutlu, korkusuz bir grup işçi zor bir iş başarıyorlar. Bu açıdan bakarsak sermaye o fotoğrafla dünyanın en yüksek demir binasını gösteriyor. O binayı dünya kapitalizminin abideleri arasına sokuyor ve bir ‘zaferi’ anlatıyor. 

Peki, işçi sınıfının kurumları niye asıyor? İşçilerin korkusuzluğu, yaratıcılıkları, koca koca binaların yapımındaki ana unsur olmaları. Eğer işçiler olmasa bu binaların da olmayacağı, dolayısıyla “Emekle kurulur dünya”ya da Lewis Hine’nin söylemiyle “emeğin onuru”nun fotoğrafı olarak düşündükleri için diyebiliriz. 

Bütün mesele fotoğrafın anlamlandırılması yani. O fotoğraf yıllardır yoksul Amerikan işçi sınıfının durumunu yansıtan fotoğraf olarak anlatıldı, yazıldı. Sözde Lewis Hine bir sosyolog olarak yaşanılan gerçekliği belgelemişti. Binbir numara ile elinde pizzalarla güvenliği geçmiş ve işçilerin sıradan günlük çalışmalarını belgelemişti. Bu minvalde birçok belgesel fotoğraf olarak yorumlar yazıldı. Gerçekliği ise son on yıldaki araştırmalarla ortaya çıktı. Bu fotoğraflar gerçekliği değil, kurmaca ve senaryo olarak bizzat şirket tarafından reklam amaçlı yapılmıştı.

Şimdi gerçeklik açısından düşünürsek bu fotoğraflar reklam fotoğrafları. Ne işçilerin çalışma koşullarını ne de mutluluklarını anlatıyor. O fotoğrafların tek gerçekliği 69. katta, yerden 250 metre yüksekte çekilmiş olmaları. İşçilerin çalışma koşulları, yemek yemeleri ise ne kadar gerçek? Gördüğümüz mutlu, eğlenerek iş yapan ve “VOS” kutularından pizza yiyen işçiler. (Herhalde o zamanların ünlü pizza markası olsa gerek) gerçekliği ne kadar anlatıyor? Bunun için fotoğrafı bağlamına oturtmak gerekiyor. Bağlamından kopartılınca belgesel olmaktan çok PR/reklam amaçlı fotoğraf olarak nitelendirmemiz gerekiyor. Onun için 1929-1930’lu yıllardaki Amerika’nın ekonomik buhranlı zamanının bağlamına oturtmak gerekiyor. Her ne kadar iktisatçılar ve sosyologlar konuyu daha iyi açıklayabilseler de ikinci dünya paylaşım savaşının tohumlarının gelişmekte olduğu yıllar olduğunu ve kapitalizmin içine düştüğü kriz ortamı olduğunu biliyoruz. Kapitalizm her kriz döneminde de emeği ve işçileri kullanarak yeni çıkış yolu bulur. Fotoğrafın haklarına sahip olan Corbis İmaj’dan Tarihçi Ken Johnston, “Bu fotoğraf, Rockefeller firması tarafından reklam amaçlı çekilmişti. İşçiler gerçekti ancak o pozu vermeleri söylenmiş ve onlarca fotoğrafçı çağrılmıştı” diyor.

İşçiler çekime hazırlatılıyor, PR yetkilileri ellerine pizza tutuşturup “Neşeli pozlar verin” diyor fotoğraf çekiliyor… Fotoğraftaki 11 işçinin kimlikleri araştırılmış, 3 kişinin kimliği bulunmuş fakat diğerleri tespit edilememiş; çünkü inşaatta 800 işçi çalıştırılmış. Fakat sigortalı çalıştırılmadıkları ve kayıt tutulmadığı için kişilerin adlarına ulaşılamamış olsa gerek. Buhran yıllarında özellikle göçmen ve yoksul işçiler canları pahasına çalışmak zorunda kalmışlardır.

Ve geçen haftalarda Gebze’den bir grup işçi arkadaş “New York’tan Gebze’ye fotoğrafın dili” başlıklı mektuplarında şöyle diyorlardı. “Günümüzden neredeyse 90 yıl önce çekilen bir fotoğrafa karşılık biz de bu eylül başında çekilen bir fotoğraf üzerinden yorumunu sizlere bıraktığımız mektupla paylaşmak istedik” diyerek fotoğrafı yorumlamışlar ve adaletsizliği göstermeye çalışmışlar. Bir büyük şirkette çalıştıklarını ve yemeklerini bile soyunma odası gibi bir yerde kasalar üstünde yerlerken çektikleri bir fotoğraf da paylaşmışlardı. İşçilerin yüzyıllardır süren hak alma mücadelelerinin ne durumda olduğunu anlatıyorlardı. Eğer onlar da bağlamından kopartmadan gerçek koşullarını bizimle paylaştılarsa şöyle bir yanılgı ortaya çıkıyor: Bakın 1930’larda New York’ta işçiler ne kadar mutlu ve zor işleri başarıyorlardı. Yani haklarını almışlar, sevinçle çalışıyorlardı. Aradan 100 yıla yakın bir zaman geçti Gebze’de hâlâ yoksulluk ve yoksunluk içinde çalıştırılıyoruz. Yani orada işçi hakları ne kadar ilerlemiş bizde gerilemiş.”

Yukarıda bahsettiğim bağlamından kopuk fotoğraf bize ne söylüyor diye baktığımızda işçi arkadaşlar yanlışı doğru olarak okumuşlar diyebilirim. Bu anlamda belgeseller önemlidir ama gerçeklikleri doğrulandığı taktirde…

Şimdi tersinden düşünelim.

O işçiler sefer taslarında evden getirdikleri yemekleri kirli paslı elbiseler içinde mola aralarında yüzlerinden düşen bin parça olarak çekilmiş olsa idi (Ki gerçekte böyle olduğunu dönemin koşullarıyla düşündüğümüzde haksız sayılmam her halde) Gebze’deki işçi arkadaşlar şöyle düşüneceklerdi. “Vay be 100 yıldır hiçbir şey değişmemiş, onlar gökyüzünde, bizler sandık üstlerinde köhne bir odada yemek yiyoruz. Aldığımız ücretle geçinemiyoruz üstüne köle gibi çalıştırılıyoruz. Düzen değişmedikçe kurtuluş yolu yok. Örgütlenmeli ve yüzyıllardır süren sömürü çarkı kırılmalı…”

Kapitalizm dünyanın her yerinde emeğin sömürülmesiyle var olan sistemdir. Belgesel fotoğraflar (Bağlamlarına sadık olarak çekilerek gerçekliği gösteren bakınız Jacop Riis “Öteki Yarı Nasıl Yaşıyor”) yaşadığımız dünyadaki adaletsizlikleri göstererek insanların görmelerini, anlamalarını sağlar. Ama belgeselmiş gibi olanlar yanılmamıza ve fotoğraflara yanlış anlamlar yüklememizi sağlar. O halde sorgulamaktan korkmayacağız. Tarihte birçok ikon olmuş belgesel fotoğraflar bugün tartışılıyor. Örneğin Robert Capa’nın İspanya iç savaşında çektiği “Askerin Vurulma Anı” fotoğrafı. Roger Fentom’un 1885 Kırım savaşında çektiği savaş fotoğrafları gibi.

Tekrar Gebze’ye gelirsek. Yaşanılan adaletsizlikler yalnızca Gebze’de değil ülkenin her yanında yaşanıyor. Mesele bunları belgeleyerek göstermekte. Fotoğrafçılara bu anlamda çok iş düşüyor. Ama teknoloji gelişti. Mağdur olanlar yaşadıklarını en iyi kendileri gösterirler yeter ki neyi nasıl göstereceklerini bilsinler. Bol miktarda örnekler var. Üçüncü havaalanı inşaatı sırasında yaşananları fotoğraf video çekerek gösterenler, Ermenek’ten Ankara’ya yürüyüş yapan maden işçileri ve mağdurların çektiklerini paylaşmaları, Ankara’da çadır kurarak TEKEL direnişi olarak tarihe geçen mücadelelerin fotoğrafları, Zonguldak’tan yola çıkan ve Ankara’ya yürüyüş yapan madencilerin unutulmaz direnişleri gibi.

Konu uzun, bir fotoğrafın öyküsüyle başladık gerçekle yüzleşmeye geldik. Haftaya sermayenin işçi fotoğrafları kullanarak reklam ve sevimli görünme çabalarına Türkiye’den örneklerle devam edeceğim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa