Genç sosyolog Gülten, askıda ekmek ve Marx’ın sosyolojisi
Fotoğraf: Pixabay
“Toplumun üzerinde yükselen devletin özel çıkarları ve toplumsal bir dayanağı vardır. Bu dayanak, bürokrasidir. Devlet, çeşitli kuvvetlere sahiptir: organizasyon, ideoloji, zorlama, siyasal karar. Ama kendisine temel ödevi gören gerçek toplumdan; sınıflardan ve sınıf mücadelelerinden soyutlayamaz kendini. Farklı ama bağımlı olmayan bir gerçekliğe (Gerçekliği, bağımsızlaşmaya eğilimli olduğu halde) sahip olan devletin bu gerçekliği, toplumsal ilişkilere bağlıdır. Ve bundan ötürü, eğer, devlet aygıtı (cihazı) sınıflar üstü bir varlık kazanmaya yönelirse; yine de mevcut sınıfların ve çatışmalarının etkisi, bu devleti etkilemekten geri kalmaz. Devlet, toplumun varlığını tehdit ettikleri zaman egemen sınıfların çatışmaları konusunda hakemlik yaparak bu egemen sınıflara ya da egemen sınıfa hizmet eder. Demek ki, devlet; siyasal mücadelelerin hem alanı, hem kazancı, hem amacı, hem de elde edilmesi için uğrunda savaşılan ödülüdür.” [1]
Alıntı, uzun yıllar Fransız Komünist Partisi üyesi de olan Fransız Sosyolog ve Felsefeci Henri Lefebvre’nin, 1966 yılında yayımlanan ‘Marx’ın Sosyolojisi’ adlı kitabında, Marxist teorinin merkezinde yer alan devlet teorisine dair bölümden.
Parlamentodaki bir polemikte, bir davanın duruşmasında, bir iş başvurusunda, gündelik hayatın çok çeşitli alanlarında yaşadığımız birçok şey, sanki o anla malul, başı ve sonu olgusal olarak gözümüzün önünde gerçekleşen ilişkilerden ibaret gibi algılanır. Oysa her gün binlercesi yaşanan tekil olaylar, siyaset sosyolojisinin işaret gibi, görünmez bağlarla birbirine bağlı bir sistematiğe sahiptir.
Bir duruşma salonunda hakim, yargılanan siyasal parti temsilcileri daha duruşma salonuna dahi girmeden, iktidarın siyasal tercihleriyle örtüşen kararını okuyabiliyorsa, ya da alt sınıflardan gelen bir üniversite mezunu, yüksek dereceli bir torpili olmadığı için daha baştan geleceğe dair ümidini yitiriyor ve mesleği ile ilgisi olmayan bir alanda çalışmak durumunda kalıyorsa, bunların hiçbiri anlık gelişmeler, tesadüfi şeyler değildir.
Tıpkı, sosyoloji mezunu 28 yaşındaki Gülten’in yaşadıkları gibi. Önceki gün Evrensel’in manşetinde yer alan, arkadaşımız Meltem Akyol’un haberi, alt metinleriyle birlikte okumaya giriştiğinizde bir siyaset sosyolojisi ders konusu olabilecek veriler sunuyor. 4 yıldır CV göndermediği kamu kurumu, özel sektör ve dernek kalmayan, sosyoloji olmayınca, kredi çekip bir iş kurmak için girişimcilik sertifikası alan, o da olmayınca, insan kaynakları alanına yönelmek için sertifika alan Gülten, bu süreçte hayatını kazanabilmek için markette de çalışmış, çağrı merkezinde de. Ön muhasebe bile yapmış. 1 aydır İŞKUR’un gönderdiği zincir markette ‘kursiyer’ olarak çalışıyor. 2.5 ay boyunca asgari ücretle çalışacak, ne olacağı ise o sürenin sonunda işverenin iki dudağının arasında olan Gülten, “Çare diye gittiğimiz İŞKUR sömürünün de en dibini yaşatıyor size” diyor ve soruyor: “İşsizlik düştü diyorlar, şimdi ben işsiz sayılmıyorum. Peki geleceksizliğimi, umutsuzluğumu ölçen bir rakam var mı?” [2]
Bütün bu iş başvurusu deneyimlerinden edindiği acı tecrübe ise “Türkiye’de insanlar tanıdığın yoksa seninle sohbet bile etmiyor” oluyor. Tanıdık dediği “torpil”. Gülten: “Hemen ‘Sen nereden, kimin aracılığı ile geldin’ diye soranlar oluyor. Ben torpilin torpili dövdüğünü bile gördüm.”
Gülten’in bu anlattıklarını okuyunca, haberini yaptığım genç bir hakimin, iyi bir mesleki eğitim almış olmasına rağmen iş bulabilmek için “torpil” kullanmak durumunda kaldığını utana sıkıla anlattığı an geliyor gözümün önüne. Yani ancak asgari ücret alabileceğimiz sıradan bir işten, toplumda adalet dağıtması umulan yargının karar verici mekanizmasında bulunan kişilere kadar uzanan bir standart bu.
Şimdi Gülten’in “Geleceksizliğimi, umutsuzluğumu ölçen bir rakam var mı?” sorusunun muhatabı kimdir? Kendi iktidarlarını ülkenin bekası ile eşitleyen iktidar ortağının “Askıda ekmek” uygulamasını yaratıcı bir sosyal politika önerisi olarak gündeme getirebildiği, bir parti lideri olarak kendisinin ve ortağı olduğu iktidarın sorumluluğunun bundan çok ötesi olduğunu hatırlatanlara da, “Bunların mayaları lekeli, sicilleri bozuk” diyebildiği bir ülkede, o muhatabı ara ki bulasın(!)
Lefebvre’in, yazının girişindeki alıntıda, devletin sınıflı karakterine işaret ederken vurguladığı, kilidini arayan anahtar niteliğindeki cümle ile bağlayalım: “Mevcut sınıfların ve çatışmalarının etkisi, bu devleti etkilemekten geri kalmaz.” O ekmeği o kadar uzağa koyan ve bu mesafeyi koruması için de ona uygun bir devlet inşa eden ilişkiler silsilesi, bunu değiştirecek bir iradeyi örgütlemeden değişebilir mi?
[1] Henri Lefebvre, Marx’ın Sosyolojisi, Çev: Selahattin Hilav, İstanbul, Öncü Kitabevi, 1976. sayfa 139-140
[2] Meltem Akyol, Genç kadın işsizliğinin bir örneği Gülten: İŞKUR’lu geleceksizlik, sömürü, umutsuzluk, Evrensel, 25 Ekim 2020
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00
- ‘Yerli ve milli muhalefet’ tuzağı 07 Ekim 2024 05:13
- Bu sadece bir İsrail savaşı değil 30 Eylül 2024 05:00
- Savaş satanların yarışında söz sahibi olmak... 23 Eylül 2024 05:00