27 Ekim 2020 01:51

Hani ödenen bedel kalkınma içindi!

2020 yılı verisi IMF tahminidir. Diğer yıllara ait veriler Dünya Bankasına aittir. Grafik: Evrensel, Fotoğraf: DHA

Paylaş

Dün başlamıştık…

Faiz sözde artmadı. Uygulamada arttı. Yetmedi kurlar da arttı.

Bu artışlar, borç yükü, enflasyon, işsizlik gibi ağır bedeller olarak yansıyor vatandaşa… Dedikten sonra şu sorunun cevabını bugüne bırakmıştık: Hükümetin ‘Bedel ödüyoruz sabredin’ sözüne kulak verip bu gole boyun mu eğmeliyiz?

***

Yaz aylarına dönelim.

 “Ekonomide milli bağımsızlığın bir bedeli var. Biz bugün bağımsızlık mücadelesinde taşın altına elimizi değil, yüreğimizi koyuyoruz1.

Bu cümlenin kurulduğu yaz aylarında dolar, avro yükselişe geçmişti. Kredi derecelendirme kuruluşları ardı ardına Türkiye’ye ‘Yatırım yapılamaz ülke’ notu veriyordu.

Bütün bunlar birer ‘Ekonomik algı operasyonu’ydu. Dahası ‘Ekonomik bağımsızlık yolunda kararlı adımlar atan Türkiye’ye yönelik bir savaş’tı.

Kim söylüyordu bunu; Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak. ‘Bağımsızlık’, ‘bedel’ kavramlarıyla işaret ettiği ulvi amacın düşman saldırısı altında olduğunu iddia ediyordu. 

İddia etmesine ediyor da…

Acaba Türkiye ekonomisine ait veriler ne diyor, bakanı destekliyor mu? Ekonomik bağımlılıkta herhangi bir azalma var mı? ‘Bağımsızlık’ yolunda bir ilerleme kaydedildi mi?

Ödenen ağır bir bedel var! Ve bu bedeli ödeyen kim? Ödenen bedel bağımsızlığa mı uzanıyor yoksa birilerinin kasasına servet olarak mı akıyor?

Kimilerine göre soruların cevabı için verilere bakmaya bile gerek yok. Çünkü ortada her kötüye gidişi dış güçlerle açıklayan, başarısızlıklarını ‘Büyük Türkiye’yi yaratıyoruz’ anlatısıyla örten bir hükümet var ve böyle bir hükümetin bakanını ciddiye almaya değmez!

Her ne kadar ‘algı operasyonları’ hükümetin taktiği olsa da ciddiye almamak olmaz! Hele de hükümetin Türkiye üzerine, ‘bağımsız’, ‘bölgesel güç’ söylemleriyle inşa ettiği algı iktidarı, milyonlarca yoksulun kendi yoksunluğundan vazgeçtiği bir limana dönmüşse… 

SÜREÇ DEĞİŞİM DAYATSA DA…

Geçen hafta durmaksızın tweet atan damat bakan tezini yineledi: “YEP hedeflerimiz kapsamında ihracatta, sanayide, üretimde ve ekonominin her alanında yeni bir döneme giriyoruz”.

Bakan iddialarını sürekli yinelerken, birçok ekonomi ve siyaset yorumcusu da…

Hükümetin ve bakanının niyetinden bağımsız olarak 2018’de yaşanan ekonomik krizin ve üzerine binen pandeminin değişimi dayattığını... Sürecin zorlamasıyla olsa da hükümetin ‘alternatif” arayışında olduğunu vurguluyor. 

‘Hükümetin organik yorumcusu’ denemeyecek bu kişiler yaşanan süreci, 1929 dünya ekonomik krizi sonrasıyla kıyaslıyor.

Kıyası yapan yorumculara göre ‘kalkınmacılık’ iktisadi zorunluluk olarak kendini dayatıyor.  1929 krizi sonrası, ithalatın kesilmiş olmasının ithal edilen ürünlerin içeride üretilmesini zorlaması gibi!

Bu yorumlar ve hükümetin iddiaları karşısında ister istemez şu soru yanıtını arıyor: Hükümet sürecin dayattığını ya da iddialarını hayata geçirebiliyor mu? 

Bu soruya olumlu cevap verebilmek için de şu iki sorunun cevabının bilinmesi gerekiyor. Birincisi, yeni bir birikim modelini uygulayabilecek bir devlet kapasitesi mevcut mu? İkincisi sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir dönemde kapsamlı kalkınma stratejinin uygulanması mümkün mü?

***

Tabii bir de…

Hükümetin kapsamlı bir programı ve kesin bir niyetinin olup olmadığı da tartışılmalı.

Bir taraftan ‘yerliye destek’ iddiasıyla ithal ürünlere ek vergi getiriliyor. Diğer taraftan da son örneği Cumhurbaşkanlığı kararıyla buğday, arpa ve mısır ithalatında gümrük vergisinin yıl sonuna kadar sıfırlanmasında görülen, yerli üreticiyi zorda bırakacak pek çok karar alınıyor.

Bir hafta sermaye hareketlerine kısmi kontrol (Para takas işleminin zorlaştırılması vb. uygulamalar) getirilirken diğer hafta gevşetiliyor.

Benzeri daha pek çok birbiri ile çelişen politikaların varlığı gösteriyor ki… Ortada kapsamlı bir program değil günü kurtarma çabası var.

Tam da bu nedenle Ekonomist Ümit Akçay, Saray’ın ‘milliciliğini’, ‘kalkınmacılığını’ “utangaç” kavramıyla özetliyor.

Uygulamalar günü kurtarma çabasına, analizler “utangaçlığa” işaret ederken, rakamlar ne diyor?

Şimdi soruları burada kesip cevaplara yönelelim.

VERİLER, ‘BAĞIMLILIK DAHA DA ARTTI’ DİYOR

Rakamların bu konuda ne anlattığına, en kestirme cevabı cari açık verilerinden yola çıkarak verebiliriz. Yani Türkiye ekonomisinin dünyadan aldığı mal ve hizmet ile dünyaya sattığı arasındaki fark verilerine... Ülkeden kâr-rant transferi olarak çıkan para ile dışarıdan ülkeye giren gelirlere bakarak!

Eğer giriş çıkış arasındaki fark Türkiye lehine azalıyorsa, ‘Bağımlılık azalıyor’ demektir. Peşinen söyleyelim ki veriler azalmaya değil artmaya işaret ediyor.

Bütün dünyada pandemi etkisiyle ticarette daralma yaşanırken… Buna paralel olarak Türkiye’nin dışarıya mal ve hizmet satışı yani ihracatı zayıf seyrederken... Ülkenin ithalatının son aylardaki artışı yüzde 20’leri aşıyor.

İhracatla ithalatın arası öyle hızlı açılıyor ki…

Hükümetin yeni ekonomi programında (YEP) yıl sonu için öngördüğü açık daha ilk 8 ayda aşıldı2. Geride kalan 4 ayda açık daha da büyüyecek3.

Normal şartlarda…

Üretimde dışarıya bağımlılığın sonucu olarak …

Üretim arttığında, ekonomi büyüdüğünde Türkiye ekonomisi açık verirdi. Şimdi ekonomi ilk altı ayda küçülmesine rağmen verilen açık büyüyor4. Bu ilk kez oluyor.

Bu vahim tablonun oluşmasında elbet de pandemi kaynaklı turizm ve hizmet gelirlerindeki feci düşüşün etkisi var5. Lakin bu etkenler göz ardı edilip dikkate alınmadığında dahi sonuç değişmiyor. Bağımlılık baki!

Türkiye’nin sanayii de ihracatı da ithal girdiye bağımlı.

İmalat sanayiinde ithal girdinin oranı yüzde 50’nin üzerinde. Bazı sektörlerde bu oran yüzde 70 civarlarında. Ve son yıllarda bu oran azalmıyor, artıyor.

Zaten durum, ‘Türkiye dışarıdan ne alıyor?​’ diye bakıldığında da görülüyor.

Türkiye’nin ithalatında kozmetik, deterjan, gıda gibi tüketim mallarının payı sadece yüzde 10. Geriye kalanı makine-teçhizat, ana metal, kimyasal madde ve enerji.

Görüldüğü üzere, üretmek için ithal yapılıyor. Zira üretim dışa bağımlı!

Nispeten yüksek teknolojili alanlarda (İthal girdi oranı çok daha yüksek olduğundan) bağımlılık çok daha fazla.

Bu arada… Türkiye’nin ürettiği mal ve hizmet üretiminin tamamına bakıp… “Toplamın içinde ithal girdi oranı az da olsa normalleşiyor” demek doğru değil. Çünkü hizmet sektöründe ithal girdi oranı çok düşük. Bu nedenle toplama bakmak yanıltıcı.

Üretime, sanayiye bakıldığında görülüyor ki ithal girdi oranı yüksek. İhraç edilen ürünlerin  içinde ithal girdi oranı ise çok daha yüksek.

İTHALATI ENGELLEMİYOR CEBİMİZİ DELİYOR!

Hükümet bir çok üründe ithalat vergisini artırmasına

İthalat işlemlerini zorlaştırmasına…

Kurun yükselmesiyle birlikte dışarıdan mal almak daha pahalı hale gelmesine rağmen…

İthalat bir önceki yıla göre azalmadı. Üretimde kullanılan ara malında daha da arttı.

Görüldüğü üzere uygulamalar ithalatı azaltmıyor. Ama ithalatın maliyetini artırdığı için ithal girdiyle üretilen malların fiyatını artırıyor. Enflasyonu azdırıyor!

Enflasyon yükselirken de faizler de peşi sıra artıyor.

Hani nerede bağımsızlık, hani nerede ‘kalkınmacılık’?

BU GRAFİĞİN BEDELİ ÇİFTE KAVRULMUŞLUK

Ekonomi yüzde 10 büyürken ortaya çıkan cari açık oranına, ekonomi yüzde 10 küçülürken bile rastlamak…

Nasıl bir dışa bağımlılıktır?

Yukarıdaki grafik her şeyi özetliyor aslında.

Grafik, İstatistik Kurumu ile Merkez Bankasının ortak çalışmasından. Çalışma 730 bini aşkın firmanın bilançolarını ortaya koydu.

Bilançoların, 2009-2019 yılları arasındaki 11 yıllık seyrine bakıldığında görülüyor ki… Şirket borçları hızla artarken ve şirketlerin öz varlıkları hızla zayıflamış.

Grafikte görüldüğü gibi şirketlerin öz varlıkları dikey bir şekilde çakılırken, yabancı kaynak payı dikey bir şekilde artmış. 

Kurlardaki her artış reel sektörü etkiliyor. Dolasıyla işi, aşı. Bu durum devam ediyor.

Ekonomik olarak beslendiği bol ve ucuz döviz dalgası, 2013 yılından sonra sona ermesine rağmen iktidar, bütün iddialarına rağmen yeni duruma ‘uygun’ ekonomi politikaları geliştiremedi.  Karşılığı yoksullaşma, yüksek işsizlik oldu. ‘Uygun’ ekonomi politikası geliştirememenin yarattığı boşluk daha çok otoriterleşme ve dış politikada saldırgan tutumla doldurulur oldu!

Böylece ülke emekçilerinin ödediği bedeller ‘çifte kavrulmuş’ bir hal aldı.

***

EVDE BAĞIMLILIK TESTİ

‘Bu grafiğin bedeli çifte kavrulmuşluk’ başlığı altında verdiğimiz grafik ülke üretiminin dışa bağımlılığını ortaya koyuyor.

Aslında hiç grafiğe bakmadan evde oturduğumuz yerden bir bağımlılık testi yapabiliriz.

Şimdi evinizin salonuna geçiniz. Salondaki koltuk takımına bakınız. Ya iplikleri ya da kumaşı ithaldir. Dokuma tezgahları ise kesinlikle ithaldir.

İçindeki sünger ham maddesinin yüzde 100’ü ithal.

Suni deri parçaları varsa biliniz ki o parçaların kimyasal ham maddesi de yüzde 100 ithal.

Suntanın içindeki tutkal ve menteşeleri yüksek ihtimalle ithaldir. Yok değilse üretiminde kullanılan ham maddeleri ithaldir.

Hadi bunları akıllı telefonunuzla fotoğraflayıp, Google’da arayın. Telefon ithal, arama motoru yabancının. 

İsterseniz testi burada keselim. Zira evi dolaşırsanız kendinizi iyice yabancı hissedebilirsiniz.

Vaziyet buyken ekonomiden sorumlu bakan diyor ki; ‘Kur ne olursa olsun sanayi sağlam’. 

O zaman şu sorunun peşine düşelim: Sanayi sağlamsa sakata gelen kim?

Devam edecek.

Yarın: YÜKSEK KUR UCUZ TL İLE DEVRİM Mİ?

                                                                                                                               ***

  1. https://www.milliyet.com.tr/ekonomi/bakan-albayrak-tasin-altina-elimizi-degil-yuregimizi-koyuyoruz-6282143
  2. Yılın 8 aylık dönemindeki cari açık 26.5 milyar dolar olarak açıklandı. Hükümetin yıl sonu (12 aylık) tahmini ise 24.4 milyar dolardı.
  3. Ağustos ayıyla birlik hızlanan açığın aynı seyri sürdürerek yıl sonunda 40 milyar dolara yaklaşması bekleniyor.
  4. Geçen yıl Türkiye ekonomisinde büyüme 0.9 olunca cari açık sorunu yaşanmadı. Bu yıl hükümetin yıl sonu büyüme tahmini sıfır düzeyinde (0.3) olmasına üstelik de bu yılın ikinci çeyreğinde yüzde 9.9’luk rekor ekonomik küçülme yaşanmasına rağmen açık artmaya devam ediyor.
  5. Bu yıl için turizm gelir beklentisi 10 milyar dolar. Gerçekleşirse, geçen yıl net 29.8 milyar dolarlık gelir elde edilen sektördeki gerileme yüzde 65’ı bulacak.
Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa