28 Ekim 2020 00:07

Fransız mallarına boykot

Recep Tayyip Erdoğan

Recep Tayyip Erdoğan | Fotoğraf: Fırat Özdemir / AA

Paylaş

Daha bir gün önce yandaşlarından biri dahi Cumhurbaşkanının yüzüne karşı “açız, evimize ekmek götüremiyoruz“ diye haykırmıştı. Cumhurbaşkanı kendisine bir keyif çayı atmıştı cevap olarak, “abartıyorsun” diye ekleyerek.

Medya, evine ekmek götüremeyen servis şoförü ile ona çay atan Cumhurbaşkanını yazıp, çizerken birden kendimizi Fransız mallarını boykot ederken bulduk. Önce ümmet Fransız mallarını boykot etmeye çağrıldı, sonra onlar bizim malları boykot ediyorsa biz de onların mallarını boykot ederiz diye bir miktar çark edildi.

Fransızların bir boykot eylemi yokken, yeterince milliyetçi olmamakla eleştirilmekten korkan Ana muhalefet partisi ise “Fransızlar bizi boykot ediyorsa biz de onların mallarını boykot ederiz diye her zamanki gibi “milli bir meselede iktidarı destekledi”. Böylece yeni bir boykotumuz daha oldu.

Daha önce de Almanya, Hollanda mallarını boykot etmiş, portakal bile kesmiştik. Çinlilere kızıp Japonları dövmüştük. İtalyanların makarnalarını yere döküp, sahte dolarları meydanlarda yakmıştık. Fransız mallarını ise bu ilk boykotumuz değildi.

Boykot çağrısı hakkında en veciz açıklamayı AKP eski bakanı Babacan yaptı. “Tamamen propaganda, içi boş, çocukça şeyler, yirmi dört saat sonra unutulur” dedi. AKP’li eski bakan bizden iyi bilir tabii AKP’nin işlerini.

Eski bakan, ‘yirmi dört saat sonra unutulur’ diyor. Sahi eski boykotlarımız ne zaman bitti, hala devam ediyor mu? Boykot ilan edenler bitti demediğine göre hala Alman, İtalyan, Hollanda ve Fransız mallarını boykot ediyor muyuz?

Tabii, işin bir de Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri yanı var. Onlar gerçekten Türkiye mallarını boykot ediyor ve bunu dükkanlarına astıkları ilanlarla açıklamışlar. Ama, biz onların mallarını boykot etmiyoruz. Onlara karşılıklılık yok. Neden acaba?

Almanlara ve Fransızlara bu sefer kızmamızın nedeni dini değerlerin korunması. Almanlar bir camide arama yaptı, Fransızlar bir şeriatçı tarafından boğazı kesilen öğretmen nedeniyle cihatçı örgütlenmeleri eleştirdi diye; Almanların ve Fransızların Müslümanlığa saldırdığını iddia ediyoruz. Almanlar camiye ya da Müslümanlığa bir saygısızlığımız yok, bu camide örgütlenen bir grup Covid-19 pandemisi nedeniyle esnafa dağıttığımız parayı haksız olarak aldı ve buradaki örgüte aktardı diyor. Fransızlar ise dine karşı bir saygısızlığımız yok ama isteyen yurttaşlarımız dini de eleştirebilir ve bu nedenle kimse kimsenin kafasını kesemez diyor. Şeriatçı müslümanların laiklik ve demokrasi kurallarına saygı göstermesini istiyor. Müslümanlıkta reform şart diyor.

Bizimkiler ise biz “ahiret korkusu olmayanlardan her türlü kötülük beklenir” diye açıklama yaparız, kiliseleri savaş ganimeti olarak camiye çeviririz, kılıçla minbere çıkıp İslam olmayanlara gözdağı veririz ama kimse bizim dinimiz hakkında tek kelime edemez diyor.

Artık yurttaş, vatandaş tanımlarını bırakıp ümmet tanımına geçmişiz. Kendimizi Dünya müslümanlarının hamisi ve lideri ilan etmişiz. Taraftarlarımız sık sık artık hilafeti ilan edelim diyor. Medeniyetler ittifakının eş başkanlığından vazgeçip, medeniyetler (siz onu dinler olarak anlayın) savaşının mücahidi olmuşuz. 

Fransız, Alman mallarına bir şey olmaz. Onları daha çok zaten iktidardakiler ve zenginler kullanıyor. Lüks arabaları, kıyafetleri, çantaları, uçakları kullananlar bu mallardan vazgeçmez. Fakir fukara ise birkaç peynir ve sosisi yerlere atıp çiğner falan sonra unutur.

Asıl unutmamız gereken nereye doğru gittiğimiz. Türkiye’nin şeriatçı cihatçıların hamisi ve destekçisi olduğu inanışı dünyada hızla yayılıyor. Türkiye’nin imajı Ömer el Beşir’in Sudan’ına dönmeye başladı. Buna ne diyoruz? Demokratik, laik bir Türkiye için yapacak bir boykotumuz yok mu?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa