“Milletim” söylemi, Fransa’ya boykot ve Şili

Fotoğraf: CUT
Bir yalandır gidiyor: koro halinde gerici tayfa, “Türkiye düşmanları milli bekamızı tehdit ediyor!” diyerek içeride ve dışarıda sürdürülen yayılmacı, saldırgan ve provokatif politikayı hem gerekçelendirmeye hem de kitlelerce desteklenmesini sağlamaya çalışıyorlar. Buna, “Batı’nın İslam düşmanlığı” propagandası eşlik ediyor. İlki daimilik gösteriyor ve ikincisine özellikle Arap devlet yönetimleriyle sorunların arttığı zamanlarda “İslamın bayrağını yüksekte tutma!” efelenmesiyle Türkiye yönetimince, Arap halklarının desteğine ihtiyaç duyulduğu zamanlarda başvuruluyor. Türkçü İslamist çevrelerin en fanatik kesimlerini sokaklara çekerek devlet-hükümet politikalarının “milletçe nasıl da coşkuyla desteklendiği” görünümü vermek için yüksek frekanstan “milli ve yerli güçler” söylemiyle ilan edilen bu politika, üst üste yapıştırılmış etiketleri söküldüğünde, tekelci gericiliğin çıkarlarını, ama aynı zamanda da açmazlarını gösteriyor.
Devlet kabinesinin başındakiler “Fransız ürünlerini almayın!” kampanyası açtılar. RENO, Fransız firmasıdır, binlerce-on binlerce araç Türkiye trafiğindedir. Carrefoursa Fransızdır, Airbuslar da. Olmayacağı ayan-beyan olan bir durum olacakmış gibi gösterilerek sokağa başvurulurken, kendi hakları için sokağa çıkmaya çalışan işçi ve emekçilerin önüne jandarma ve polis birlikleri dikiliyor.
Uluslararası ve bölgesel gelişmelerin genişleyip yayılma ve bulunduğu bölgede “en etkin güç benim!” diyebilme olanağı sunduğu vehabıyla harekete geçen Saray yönetimi için “dış ve iç düşman” süreklilik gösteren ihtiyaçtır!
“Düşman”ın kimliği değişir, ancak varoluşu değilse de vargösterilmesi değişmez. “Ülkede ve dünyada barış“ sözü türünden bir dönemlerin millici burjuvalarınca söylenmiş temenniler dahi “zül” sayılır. Nasılsa tekelci sermayenin ve büyük servet sahiplerinin, dolar, sterlin, euro ve yen milyarderlerinin dünyanın her tarafında en gerici siyaset biçimleriyle rol kestikleri, tekelci burjuva yönetimlerin mafya yöntemleriyle devlet ve ülke yönettikleri bir zamanda bulunuluyor. İkiyüzlü politikalarıyla sosyal demokrat partilerin iflasa yol aldıkları, liberal ve sağ milliyetçi partilerin daha sağa, en sağda olanların da faşist kulvara girerek namlu ovdukları bir zamandır bu! Kiminde travmatik, kiminde patalojik olarak nitelenen politik performansıyla Trump ve muadili çok sayıdaki şoven milliyetçi ve militarist yöneticinin dünyayı sürükledikleri kaos ve savaşlar döneminin her bir ülkede büründüğü özgün görünümlerin ‘perde açtığı’ bir dönem. İşsizler, yoksullar ve açlar ya da öylesi bir tehdidi geldi -gelecek görerek telaşa kapılanlara sabırlı olmaları ve aynı gemide olmanın kıymetini bilmeleri öğütlenirken, milyar milyar, trilyon trilyon mal-mülk-servetin kendileri de en üst zenginler içinde yer alan devlet yöneticileriyle sermaye kodamanlarına mülk olduğu bir dönem ve sistem.
Bizde, örnek olsun Malatyalı esnaf, “açız!” diye mi yakınmış; Somalı madenciler tazminatları için yürüyüş mü yapmışlar, çeşit çeşit işletmelerdeki işçi ve emekçiler 9 bin lira civarına yaklaşmış yoksulluk sınırının üç kat altındaki bir parayla geçinme gibi bir çözümsüzlüğün travmatik ‘semptomları’nı mı gösteriyorlar (malûm ya korona dönemindeyiz), çare hazırdır: bu huzursuzlar ve yakınmacılar yığını “milli güvenlik” aşısıyla aşılananak bakiye yedekliğe alınmaya çalışılırlar. Bulunulan bölgede güç savaşı yürüten ve gücü oranında yayılan bir yönetimin karşısına dikilen herkesin “milli güvenlik tehdidi” olarak işaret edilmesi böylece milli ticari bir emtiyaya dönüşür. Türk’ün değil ama Türkiye’yi yönetenlerin düşmanı bir türlü bitmez, dolayısıyla da bu alanda pazar bir hayli geniştir.
“Milli güvenliğin tehdit altında olduğu” söylemi, halk kitlelerini devlet politikalarına yedeklemek için kullanılagelen ve etkili olduğu denenerek bulunmuş bir yönetim söylemidir ve bir tür politik-ideolojik silahtır. Kapitalist özel mülkiyet koşullarının savunuculuğunda birleşen sermaye partileri ister muhalefette olsunlar isterse hükümet partisi ya da koalisyon ortağı olsunlar, bu manipülatif politikanın tefeci tüccarlığında ortaklaşırlar. Canlı örnekleriyle her gün karşı karşıyayız. Saray yönetiminin “milli çıkarlar”la ilişkili gösterdiği her iç ve dış politika, biz daha fazla milliyetçiyiz diye yarış halindeki burjuva muhalefet tarafından desteklenmekte, Akdeniz‘de, Afrika’da ve Asya’da girişilen gerginlik yaratıcı ve savaş tetikleyici politikalar sahiplenilerek daha da aktif şekilde yürütülmesi istenmektedir. Militarist-şovenist bir politika izleyen ve faşizmi inşaya koyulan Saray yönetiminin, muhalefetin bu biçiminden güç aldığı pekâla söylenebilir. Buna rağmen bu çelişkili durum -yani sermaye güçlerinin ve onların politik partilerinin bölünmüşlüğü- sömürülen ve ezilen sınıf ve kesimler açısından yararlanılabilir olanaklar da yaratmaktadır.
Toplumun emekçi kesimlerine, işçi ve emekçilerin ileri kesimlerine, ortaçağcıl köleci anlayış ve dayatmalara direnen kadınlara, sağlık ve eğitim emekçilerine, mücadeleci sendikacılara, mimar-mühendis odalarına, barolara, HDP’ye, devrimci demokrat ve sosyalist kesimlere yönelik saldırılar giderek ağırlaşmaktadır. Bu saldırılara karşı, onları püskürtecek bir yol ancak çeşitli iş kollarında lokal düzeyde ortaya çıkan direnişlerin birleştirilmesiyle açılabilir. Kıdem tazminatı hakkının gasbedilmesine karşı başlayan tepkiler böylesi yaygın ve birleşik bir direniş açısından ortak hareket ettirici işlev görebilir. Gazeteler ve ajanslar Şilili halk kitlelerinin “ulusal direnişle yeni bir anayasa yapmaya koyulduklarını” yazıyor ve bildiriyorlar. Şili halkının Şilili işçilerin öncülüğünde giriştiği ve neredeyse bir yıl boyunca süreklilik gösteren eylemleri, öğretici unsurlar sunmaktadır. Uluslararası deneyimden yararlanmasını ve öğrenmesini bilmeyen emekçiler kendi hakları için mücadelede başarıya ulaşamazlar. Giderek ağırlaşan çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve faşizmin inşasının engellenmesi için bu güç birliği ve mücadelelerden öğrenilecekler var.
Evrensel'i Takip Et