31 Ekim 2020 00:07

The Queen’s Gambit

Queen’s Gambıt filminden bir kare

Fotoğraf: Netflix

Paylaş

Her ne kadar dilimize Kraliçenin Gambiti olarak çevrilse de, bizde Vezir Gambiti olarak adlandırılan bir satranç açılışıdır (Gambit; bir oyuncunun avantaj elde etmek için bir veya daha fazla piyonu ya da küçük bir taşı feda ettiği açılışlara verilen isimdir). Sinemasever biri olarak geçen hafta Netflix’in en çok konuşulan dizisi The Queen’s Gambit’in yedi bölümünün tamamını bir nefeste izledim.  İzleyecek olanların keyfini kaçırmamak için çok fazla spoiler vermemeye çalışacağım ama bazı ayrıntılara da dikkat çekmek istiyorum.

1960’lı yıllarda Kentucky’deki yetimhanede büyüyen küçük bir kızın satranç efsanesine dönüşmesini anlatan dizideki kurgusal karakterimizin adı Elizabeth Harmon. Kısaca Beth olarak adlandırılan ve babasız büyüyen karakterimiz, küçük yaşta annesini de kaybedince yetimhaneye yerleştiriliyor. Yetimhanede devletin verdiği sakinleştirici haplar sayesinde madde bağımlısına dönüşürken aynı zamanda yetimhanenin yaşlı hademesinden satranç eğitimi almaya başlayan Beth bir süre sonra evlat ediniliyor ve üvey annesinin desteğiyle satranç kariyerine başlıyor.

Erkeklerin egemen olduğu bir alanda ilerlemeye çalışan her genç kadının yaşadığı dışlanmışlık ve küçümsenme duygusuyla yüzleşen Beth, yaşama karşı içinde büyüttüğü öfkeyi adeta bir silaha dönüştürüyor. Yeteneğiyle gelenekleri yıkmaya çalışırken çocukluktan yetişkinliğe geçen bir kızın hikayesi bu. Diğer yandan kendisine sponsorluk yapan Hristiyan derneğinin hazırladığı Antimarksist basın açıklamasını okumayı reddederek tüm parayı iade etmesi dikkate değer.

İlginç konusuna rağmen dizinin asıl başarısı, klişeleşmiş “sorunlu satranççı” tiplemesini harika müzikler ve üstün sinematografiyle birleştirmesinde yatıyor. Etkileyici duygusal sahnelerin yanı sıra satranç sahnelerindeki detayların gerçekçiliği fazlasıyla tatmin edici. Satranç sahneleri efsanevi eski şampiyon Garry Kasparov ve dünyaca ünlü Satranç Eğitmeni Bruce Pandolfini‘nin danışmanlığında çekilmiş. Böylece satranç tahtasının yanlış dizilmesi gibi saçmalıklar olmazken, oyuncu davranışları, taş tutuşları ve dönemin kuralları doğru şekilde aktarılmış. Oyunların tamamının gerçek oyunlara dayandırılması ve hiç hata yapılmaması diziyi izleyen satrançseverlerin keyfini ikiye katlıyor. Satranç konusunda izlediğim en iyi yapım olduğunu söylesem abartmış olmam.

Beth karakteri tıpkı gerçek dünya şampiyonlarından Mikail Tal gibi sezgisel bir tarza sahip olsa da, olağanüstü saldırgan oyun stili ile Amerikalı efsane Bobby Fischer’i andırıyor. Hatta paralel evrendeki Fischer’in hikâyesini izliyor hissine kapılabilirsiniz. Örneğin Beth karakteri “The Tonight Show”a davet ediliyor ama gitmiyor, Fischer’in bu tip şovlara çıktığını biliyoruz. Beth, Life dergisinde kapak oluyor, tıpkı Fischer gibi. Her ikisinin de çocukluğu travmatik. Beth’in satranççı sevgilisi Benny’e yanlışlıkla “Bobby” demesi tesadüf olamaz. Finalde Dünya Şampiyonu Borgov’un, rakibi Beth’i alkışlaması aslında birebir olarak Spassky’nin Fischer’i alkışlamasından aktarılmış. Beth’nin gerçek babası “Paul” ile Fischer’in gerçek babasının (Paul Nemenyi) isminin aynı olması ve her ikisinin de babasız büyümesi gibi birçok ortak noktaları bulunuyor. Adeta karakter kolajı yapılmış. Kadın olarak biraz Judit Polgar, alkol bağımlısı olarak şampiyonluğu kaybeden ve sonrasında alkolü bırakarak yeniden şampiyon olan Alekhin, üstüne bolca Fischer serpiştirilerek satranç bilmeyenlerin bile keyifle izleyeceği harika bir dizi yapılmış. Anlattıklarımdan çok daha fazlasını bulacağınızı ve beğeneceğinizi garanti ediyorum, kaçırmayın.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa