Bir utançtan bir depreme
İzmir'de meydana gelen depremin ardından yıkılan binalardan yükselen toz bulutları | Fotoğraf: Kadir Özen/DHA
Bir çatı katı aklımda. Beyoğlu’nun Galatasaray ve Tünel tarafına ayrı ayrı balkonlarıyla gören bir çatı katı. Postanenin az ilerisinde, merdivenlerle tırmanıp beşinci kata çıkmak için nefes nefese kaldığımız bir sığınak.
Bir tanıdıkla, bir dost ya da zaman zaman akrabayla karşılaşmanın kaçınılmaz olduğu yılları da vardı Beyoğlu’nun. Durumu biraz iyi olanlar bizzat Beyoğlu’nda, Cihangir ve civarında ev tutardı. Biraza yakın durumu olanlar Tarlabaşı tarafını tercih ederdi.
Beyoğlu’na yakın olmak, gidip gelmek ve orada arkadaşlarıyla zaman geçirmek için hemen her gün caddeyi arşınlardı insanlar. Şimdi Kadıköy ve Beşiktaş üstlenmiş bu kalabalığı konuk etme nedenlerini, belki biraz Karaköy ve sahil boyları… Cihangir kahvede oturup az ileride bir yerlerde derin derin bakan Fethi Naci’yi gördüğümde neler hissetmiştim kim bilir.
Bir nedenle değil tek kelimeyle kaybolmuştum ve aradığım arkadaşlarımın o civarda oturduğundan haberim bile yoktu, evlerinin önünde dolaşıp durmuşum, Fethi Naci de oturmuş çayını içiyor bir köşede işte. Sonra hep orada görecektim onu, mekanın adı neydi? Kulis Bar olmadığını biliyorum. Atlas Pasajı’nın içinde olduğunu yazmıştı Ahmet Oktay, Kulis Bar müdavimlerinden biri de o değil miydi?
Fethi Naci’ye dönersek, Kulis’te bir gece Nâzım için “vasat bir şair” dememiş miydi Edip Cansever. Masada Selahattin Hilav ve Nuri Akay da vardı.
YÖN’de şiirleri yayımlanıyordu Nâzım’ın ve memleketin yazar çizer tayfasının içinde bundan rahatsız olanlar da vardı. İş miydi şimdi durup dururken o şiirleri yayımlayacak zaman mıydı? Herkes ne güzel dümenini tutturmuş, suyuna akıyordu işte. Mis gibi geçinip gidiyordu herkes…
Kimisi açıktan, kimisi sezdirerek dile getiriyordu bunu. Hani o gün bir otelde yangına kibrit çakılsa, şairler ve yazarlar yakılsa o gün, benzinle koşup nara atacak insanlar da yok değildi. Tekbir getirip mektupla devletin örtülü ödeneğinden para dilenenlerin de olacağına kuşku yok.
Böyle değil miydi, “Bir Uyumsuz Rastlaşma” şiirinde bu durumu yazmamış mıydı Metin Altıok? Bu duruma uyan bir uyumsuzluk değil miydi yazdıkları ki yangınlardan gelip yangınlara giderken yanık, depremlerden gelip depremlere giderken yıkık olanların hallerini demişti bize.
Ama işte onca olan bitene itiraz edip iftar programı gibi şiir yazan ve Mehmet Ağar ile selfie çektirmek isteyen tayfanın dilinden düşmeyen bu amentü, yaşadığımız zamana da kara çalıyor. Bu memleketin şairlerinin sesi gür çıkmadığı için yangına kibrit çakanlar fiyakayla volta atıyor avlumuzda.
Biri kalkıp Karabağ için imza topluyor bunun için. Bu rezillik ve utanmazlık halinde kitaplıktaki Garbis Cancikyan’ın Balkıs’ına uzanan eli de titremiyor kimsenin. Kedileri sevmek güzel ama Zohrab’ın uzun yolculuğundan bahsetmek olmaz. Buraya idamını alkışlamanız için Paramaz bırakıyorum, bankalarınız için de bir Armen Garo. Silinmiş arşivlerden aparılmış bir yeni tarih.
Belki komşunuzun, arkadaşınızın, şairinizin, vurulduğu yerde delik ayakkabıyla yatan kardeşinizin yüzüne bakacak yüz kalmıştır sizde ve savaşın değil barışın yanında olmak için kalemlerinizle konuşacak vaktiniz vardır hala. Sizin ve o şiir hareketini birlikte yürüttüğünüz zevatın!
Kimi kınayacaksınız şimdi, semtinizde enkaz altında kalan tanıdıklarınız için linç cümleleri kuran faşist kırması zavallıları mı? Hangi depremin fay hattı kırıldı içinizde? Nâzım’ın şiirleri memleketin dergilerinde tekrar yayımlandığında bunu bir demokrasi olanağı olarak görmek istemeyenlerin yanıtı olmalı, değil mi? İğneli Fıçı’yı anımsayan çıksa bari içlerinden.
Savaşan iki taraftan birini tutup bunun için basın açıklaması yazan ve göç eden kardeşlerini görmezden gelenlere ne demeli? Devletin armağan ettiği sözcüklerle kendini akladığına tanık olmanın utancıyla bir zaman yaşasalar bari… Bakın işte İzmir depremine… Devlet erkanından birinin telefonuna maruz kalırım diye de depremden korkası geliyor insanın. Ama bakın Somalı madenciler, ekmeğin Ankara yürüyüşünü sessiz sedasız kesip enkaz kaldırmaya başladı; ama hava durumunun havasını alıyor ilgili bakan hâlâ.
Neyse… Beyoğlu’nu giderdik, 2004 yılının yaz günleri, sıcak kalabalığı daha çekilmez kılardı. Kaçıp o katta karın tokluğuna ve Rüzgar’ın aşkıyla yatılı çalışan Murat Koçak’ın yoksulluğuna, o beşinci kattaki inanılmaz manzaraya giderdik. Çıkınımızda ne varsa artık. Her gelen bir tutam onur, bir tutam utanç, bir tutam da yoksulluk getirirdi. Elden ele dolaştırırdık ne varsa artık masada.
Fethi Naci, o günlerde durumun farkındadır ve şair yazar tayfasının kaypaklığını konu edinen bir yazı yazmıştır zaten YÖN sayfalarına. Dönüp şöyle yanıt verir Edip Cansever’e: “Nâzım vasat şairse sen de cüce şairsin!”
- Öteki-Siz 16 Ekim 2021 23:30
- Yazılıkaya Şiir Yaprağı 09 Ekim 2021 23:41
- Ayışığı şiir ve yaşam ısrarı 03 Ekim 2021 00:18
- Basın tarihimizden bir cimrilik hikayesi 26 Eylül 2021 00:09
- Pencere ya da penceye 19 Eylül 2021 00:05
- Suzy Storck ile kanat hareketleri 11 Eylül 2021 23:40
- Yanlış kokan dizeler 05 Eylül 2021 00:28
- Doğan Ergül’e mektup 31 Temmuz 2021 23:41
- Ahmed Arif’in saklı kitabı 17 Temmuz 2021 23:44
- Kutlu Adalı’ya mektup 10 Temmuz 2021 23:59
- Dönemeç’teki tanıdık insanlar 27 Haziran 2021 00:20
- Sennur’a durum mektubu 13 Haziran 2021 00:16