01 Kasım 2020 01:31

Yeşilçam’ın öteki kadınları (1): Özcan Tekgül; Zirveden kimsesizliğe

Çalsın Sazlar Oynasın Kızlar ve Rıfat diye biri filmlerinin afişleri

Görseller: Çalsın Sazlar Oynasın Kızlar ve Rıfat diye biri filmlerinin afişleri | Kolaj: Evrensel

PAZAR
Paylaş

Yazının başlığında yer alan Yeşilçam’ın öteki kadınları tanımını ilk kez 1999 yılında planladığım kitap projesine ad olarak düşünmüş ve bir söyleşide de söylemiştim. 9 Şubat 1999’da Sema Uludağ’ın “Yeşilçam’da Unutulmayan Yüzler” kitabımın ilk baskısı için yazdığı “Düş Şatosu Sakinleri” başlıklı yazıda şu cümlelerle yer almıştı projelerim: “Öncelikle ‘Yeşilçam’ın Öteki Kadınları’ adlı çalışmasını hayata geçirmeyi planlayan yazar projeleri hakkında şunları söylüyor: (…)”

Bu cümlelerin, “Yeşilçam’ın Öteki Kadınları” adını verdiğim kitap projesini düşünüp dillendirdiğim günlerden bugüne, tam 21 yıl geçmiş; hayat akıp gitmiş fakat projemi gerçekleştirememişim. Bu yazı yeni bir başlangıç olsun defalarca başlayıp yarım bıraktığım kitap çalışması için.

MADALYONUN ÖTEKİ YÜZÜ

Yeryüzünde, hayatın içinde var olan her şey gibi, insan da, yaptığı işler de yaşadıkları da sadece “iyi”den ya da sadece “kötü”den oluşmuyor. Her şey iyiyi de kötüyü de içinde barındırıyor. Hayatın akışını, biçimlenmesini de iyi ile kötünün çatışması belirliyor.

Bir süre önce kaybettiğimiz yazar Altay Martı bir yazısında “sadece aptalların kendini mutlu sandığı bir çağda yaşıyoruz.” demişti.  Ben de mutluluğun anlık, mutsuzluğun uzun ve kalıcı olduğunu, anlık hazlar toplamına, anlık sevinçlere mutluluk dediğimizi düşünenlerdenim. Sanat ve sinema alanında da böyle yaşanıyor bu. Her şey göründüğü ya da sanıldığı gibi olmuyor. Bir de “madalyonun öteki yüzü” var ve bu en çok bir eli yağda bir eli balda krallar, kraliçeler gibi yaşadığı düşünülen insanların içinde olduğu sinema, müzik gibi sanat alanlarını da kapsayan popüler “şöhretler dünyası” için geçerli.

“Beyoğlu biraz da Yeşilçam demektir. Sınıf atlama düşleriyle evlerinden, ailelerinden uzaklaşanlar soluğu Beyoğlu’nda alırdı bir zamanlar.

Yeşilçam’ın büyülü dünyası onları da etkilemiştir çünkü. Fakat gerçek hayatla filmlerde gördüklerinin aynı hayatlar olmadığını anlamaları uzun sürmez. Yeşilçam’ın melodramlarında gördüklerini yaşamak isteyenler için asıl dram işte o zaman başlar. Çoğu umduğunu bulamaz, düş kırıklıkları ve büyük acılar yaşar. Kimi o fırsatı yakalamış, isimleri, yüzleri ve hayatları unutulmazlar arasına girmiştir fakat mutsuz yaşamış, mutsuz ayrılmışlardır aramızdan.”

Bu satırları “Artizler Kahvesi adlı kitabımın girişinde “Unutulmayacaklar” başlıklı metinde yazmıştım.

Aynı yazıda Cahide Sonku, Yıldırım Önal, Ferda Ferdağ, Özcan Özgür, Suphi Kaner’in bir başka yazıda da Belgin Doruk’un yaşadığı dramı yazmıştım. O günlerde Özcan Tekgül’ün, de Diclehan Baban’ın da yaşamöykülerini, yaşadıkları acıları, dramları bilmiyordum.

Özcan Tekgül Pekel’in yaşamöyküsü kimi kayıtlara göre 1939, kimine göre 1941 yılında İstanbul’da başlar. Dans etmesini annesi Feriha Tekgül’den öğrendiği söylenir. 1954›de bir yarışmada plaj güzeli seçilir. Sonraki yıl Ses tiyatrosunda sahneye çıkar.

1955 yılında Faruk Kenç’in yönettiği “Kaybolan Gençlik” filmi ile sinemaya geçen ve aynı yıl 9 filmde yer alan Özcan Tekgül, Muammer Karaca Tiyatrosunda oyun aralarında dans eder. Sinemada kısa sürede küçük rollerden başrole geçen Özcan Tekgül, 1971 yılına kadar 34 filmde oynar.

DÜNYA YILDIZI BİR AFET-İ DEVRAN

“Türk Lokumu unvanlı, nam-ı diğer Afet-i Devran” Özcan Tekgül, dünya turnesi adıyla çıktığı, 4,5 yıl süren uzun yolculuğunda Mısır, Lübnan, Irak’ta devlet adamlarının, şeyhlerin, sultanların, emirlerin karşısında danslarını, sanatını sergiler; Avrupa ülkelerini dolaşır, Amerika’ya New York’a gider. Gazino ve kulüplerde “Memleketin İftihar Ettiği Dansözler Kraliçesi” duyurularıyla yaptığı gösterileri kapalı gişe sahnelenir. 1956’da “müstehcen fotoğraf çektirmek” suçlamasıyla mahkemeye çıkar. Devletle, yasalarla, kurallarla başı bu tarihten sonra da çok kez derde girer, dışlanır, ötekileştirilir. Dans ettiği sahnelerin önünde, salonlarda polisler beklese de vazgeçmez yaptığı işten. “Dansını sergilediği her ilde ya polis tarafından gözaltına alınıyor, ya da ahlâk masasınca suçüstü mahkemesine çağırılıyordu. Yargı; Özcan Tekgül’ü ahlâka mugayir davranmakla suçluyordu.”

1980’de Kültür Bakanlığı’nın, meslekte 25. yılını dolduranlara vereceği onur ödülü listesinde Özcan Tekgül’ün olması siyasiler arasında alay ve tartışma konusu olur. Millî Selamet Partisi dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e bir soru önergesi vererek, “Bu madalyayı siz bizzat takmak ister misiniz?”,  diye sorar. Önergede “Özcan Tekgül’ün hangi kıvırışına ödül vereceksiniz,” türünden cümleler de vardır. İnsanlar, politikacılar birbirlerine hakaret etmek için “Özcan Tekgül gibi kıvırma” cümlesini kurarlar.

Ötekileştirilmeyi, kimsesizliğini, tek başına bırakılmışlığını iliklerine kadar yaşayan Özcan Tekgül 1986’da dansı bırakır, Kırklareli’ne, Kıyıköy’e gider. Orada umduğunu bulamaz. Bir süre yaşadığı Ayazpaşa’daki babasından kalma küçük evi satarak Antalya’da küçük bir konut edinir. Babasından kalan emekli maaşıyla yaşamını sürdürebilmek için Antalya’ya gider.

YALNIZLIĞIN MORG SOĞUKLUĞU

2 Temmuz 2011 tarihinde Antalya Serik yolunda ölümlü bir trafik kazası yaşanır. Kazada bir kişi ölmüş, iki kişi de yaralanmıştır. Ölen kadın 73 yaşındadır. Ajanslar bu haberi geçtiğinde kimsenin dikkatini çekmez, herhangi bir kaza gibi geçer kayıtlara. Hayatını kaybeden kadın morga kaldırılır. Arayanı soranı çıkmaz, 15 gün morgda kalır cansız bedeni.

Avukatı da olan yakın dostu Pekcan Türkeş yazdığı bir yazıda şunları söyler: “Özcan Tekgül’ün adı gece kulüplerinde, sinema afişlerinde 30 yıl boyunca en tepelerde ışıl ışıl yanıp sönmüştü! 1960’larda, 70’lerde parmakla gösterilen çok az kadın vardı. Ateş dansı yapabilen kadın sayısı da sadece bir taneydi! Ne yazık ki Antalya Devlet Hastanesi morguna getirilmiş cansız bedenin adını taşıyan kadın ünü memleketin sınırları dışına taşmış biri de olsa onu artık tanıyan hiç kimse yoktu! Bir yakını gelsin de bu ölümlü faniye sahip çıkılsın istenmişti. Yalnızlık, kimsesizlik ve sahipsizlik vardı morgda.”

Selim adında genç bir insanın ilgisini çeker Özcan Tekgül adı, araştırır. Kim olduğunu öğrendiğinde yetkilileri uyarır, bilgilendirir, sahip çıkılmasını sağlar. Böylece kimsesizler mezarlığına gönderilecekken Antalya Uncalı Mezarlığı’na defnedilir.

Özcan Tekgül’ün ölüm haberi medyada “Kraliçe dansözün hazin sonu”, “Ateş dansı ile dünyayı titretti! Kraliçe dansözün hazin sonu”, “Garipler Mezarlığında Bir Dansöz” gibi başlıklarla yer almıştı. Onca yıl sahnelerde dans etmiş, dünyaca ünlenmiş, onlarca filmde yer almış bir insan için gerçekten de hazindi yaşanan “son.” Hayat Özcan Tekgül için de vefasız, acımasız yüzünü göstermiştir.

Yazıdaki bilgiler ve alıntılar için yararlandığım kaynaklar:

  1. Garipler Mezarlığında Bir Dansöz, Ali Hikmet İnce
  2. “Ateş Dansı” ile dünyayı titreten, romanı yazılacak kadın Özcan Tekgül! Pekcan Türkeş
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa