Bir cümlenin peşinden gitmek...
Fotoğraf: AA
Kimi zaman bir cümlenin peşinden gideriz. Bir cümle ile karşımızdakine sımsıkı sarılırız ve o müthiş bir hikayenin de başlangıcı olabilir.
Zülfü Livaneli’nin Ada adlı parçasında geçen, “Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey” cümlesindeki gibi. Dostoyevski’nin Budalası’nda geçen “Dünyayı güzellik kurtaracak” sözü ile Sait Faik’in Alemdağı’nda Var Bir Yılan adlı öyküsünde geçen, “Bir insanı sevmekle başlayacak her şey” sözünün bileşiminden oluşan bu cümle, yıllarca dillere dolanmıştır.
Kimi zaman da, bir cümle ile kapıyı çekip çıkıveririz. Ardından ‘Doğru mu yaptım’ diye de düşünebiliriz. Sonra toparlanmaya çalışılsa da, ortada artık kırılmış bir vazo vardır. Cam kırığı ile can kırığı öyle kolay yapıştırılamaz. Yapıştırılsa da eski halini almaz.
Hayata dair bir başka cümle ile devam edelim. İzmir’deki depremde enkaz altında kalan 15 yaşındaki Günay’ın, kurtarma çalışmaları sırasında kendisi ile konuşan Gürhan’a söylediği cümle hepimizin yüreğinde o oradan çıkarılana kadar asılı kaldı: “Abi sen gitme…” O cümleyi unutamayız artık.
İzmir depreminin ardından Cengiz İnşaat’a satılan ve boş kalması gereken İzmir Mavişehir için Prof. Ahmet Ercan’ın, 2015’te söylediği şu sözler yeniden hatırlandı: “Zemin jöle gibi. Konut yapmayın. İki fay kırığı var.” Ardından da en dikkat çekici gelişmelerden biri, hakları için mücadele eden ve yürüyüşleri engellenen Somalı maden işçilerinin depremzedelere yardım için yola çıkmasıydı. Ve ardından, şu cümle Twitter’da dolaşıma girdi: “İnsanlara mezar inşa eden müteahhitlerin değil kendi dertlerini kenara bırakıp kurtarmaya giden madencilerin ülkesini kurmamız gerek.” Ben de kopyalayıp paylaştım. Başkaları da benden kopyalayıp paylaştılar. Onlardan da başkaları kopyalayıp paylaştı. Sabah kalktığımda paylaşılmaya devam ettiğini gördüm. Bu yazıyı yazmak için bilgisayarın başına oturduğumda da hâlâ paylaşılıyordu.
Pierre Bourdieu’nun, “Karşı Ateşler ll - Avrupa Sosyal Hareketi İçin” adlı kitabının ön sözündeki bir cümleyi akla getiriyordu bu ortak refleks: “Politika, yurttaşlardan uzaklaşmaya devam ediyor.” Evet, bir depremin böylesine bağıra bağıra gelmesi ve devletin bakanı deprem bölgesinde şov yapmaya girişirken, direnişteki madencilerin kendi dertlerini bir kenara bırakıp, enkaz altında kalanları kurtarmak için yola düşmesi bize politika adına çok şey söylüyordu. Ve çeşitli nedenlerle politikanın yurttaşlardan uzaklaştığı bir zamanda, politikaya görece daha mesafeli duranlar bile bu cümle etrafında birleşerek politik bir tepki verdiler.
‘Deprem ve devlet’ deyince aklımıza ilk gelen cümlelerden biri de, Türk sağının en bilinen isimlerinden Süleyman Demirel’e aittir. 21 yıl öncesinden bir haber: “Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Türk insanının depremle yaşamayı öğrenmesi gerektiğini belirterek, ‘Altımız çürüktür, ama yine de bu altın üstünde yaşamaya mecburuz. Yine bu topraklar üzerinde yaşayacağız, ama daha dikkatli olacağız. Biz bu abdestle çok namaz kılarız, bu depremden çok şey öğrendik’ dedi. Cumhurbaşkanı Demirel, dün İstanbul’a gelerek depremde hasar gören Avcılar ilçesinde incelemelerde bulundu.”
Rus uçağı düşürüldüğünde rol kapma yarışına girişen devletin zirvesi, bu refleksini İzmir depremi karşısında göstermedi. Şaşırtıcı değil elbette.
Ve İzmir depreminin ardından da, depremin öncelikle yoksulları vurduğunu, dolayısıyla sonuçları bakımından bir sınıfsallık içerdiğini ifade eden cümleler kullanıldı. Orta sınıfların da depremden zarar görenler arasında bulunması bu gerçeği değiştirmez. Ardından, “Yine mi sınıfsal klişeler” gibi itirazlar da gördük. Kuşkusuz indirgemecilik yanlıştır ama bir ülkede savunma (Siz savaş diye okuyun) harcamalarına ayrılan bütçe ile eğitim, sağlık ya da diğer sosyal kalemlere ayrılan bütçe arasında devasa farklar olacak, deprem vergisi adı altında toplanan ve sürekli hale getirilen paraların depreme dair önlemler için kullanılmadığı da aşikar olacak ve tüm bunların da sınıfsal bir manası olmayacak öyle mi?
Deprem tartışması birçok başka unsuruyla birlikte konut sorununu da temel olarak içerir. Bu da bizi, başka önemli cümlelere götürüyor. Örneğin, doğumunun 200. yılında bir selam göndereceğimiz Engels’e. ‘Konut Sorunu’nda şöyle diyordu Engels: “Kapitalist üretim biçimi var olmaya devam ettiği sürece, konut sorunu ya da işçilerin kaderlerini etkileyen herhangi bir başka toplumsal sorunun tek başına çözüleceğini beklemek budalalıktır.” Bugünkü düzende, kapitalizmi ve ondan hareketle kendisini inşa eden kapitalist politikaları eleştirmeden soruna yaklaşmaya çalışanların, iktidar politikalarını ve yandaş müteahhitleri aklamaktan başka ne yaptıklarını bilen varsa söylesin.
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00