02 Kasım 2020 23:59

‘Depreme hazırlık’ halkın sağlıklı ve güvenli konut edinme mücadelesiyle olanaklıdır

Enkaz altındakileri arama kurtarma çalışması

Fotoğraf: Mahmut Serdar Alakuş/AA

Paylaş

Ekonomik kriz, bir sağlık krizinden çok fazlası olan pandemi, insanların gayretiyle faciaya dönüşen büyük doğal olayları, kitlesel bir katliam haline gelmiş olan iş cinayetleri… gibi konular, bir yanıyla büyük toplumsal trajedilere yol açarken öte yandan sistemin MR’ını çekmektedir. Böylece egemen güç odaklarının gerçeklerin üstüne örttüğü perde kalkmakta, gerçekler çıplak gözle görülür hale gelmektedir.  

İzmir depremi de; ülkenin üçüncü büyük kentinde ve deprem merkezinden 150 kilometre uzakta olmasına karşın, yarattığı yıkımla, içinden geçtiğimiz dönemde; “kentsel dönüşüm”ün “rantsal dönüşüm”e dönüşmesine, oy uğruna yapılan imar aflarından iktidarın partizanlıkta vardığı aşamaya kadar sistemin halk düşmanı karakterini ortaya koymuştur.

‘DEPREME HAZIR OLMAK’ DAHA ACİL VE HAYATİ HALE GELDİ

17 Ağustos 1999’da İstanbul’u da sallayan Kuzey Marmara depreminden beri, önemli ölçüde can ve mal kaybına yol açan her depremden sonra, “Depreme hazırlıklı olmak” üzerine yapılan tartışmalarda;

- Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu,

- ‘Yapı stoku’nun Türkiye gerçeklerine uygun olarak yenilenmesi gerektiği,

- Bir seferberlik anlayışı ile, bilimin ve teknolojinin sağladığı imkanların doğru olarak kullanılması gerektiği,

- Depreme hazırlık için ciddi bir bütçeye sahip olmanın önemi,

- Kentsel dönüşümün müteahhitlerin kârını değil vatandaşın can ve mal güvenliğini esas alan, güvenli, sağlıklı ve ulaşılabilir konutlar üreten bir kent planlamacılığı üstünden yükselmesi gerektiği konusunda hemen herkes hemfikir görünüyordu.

Ancak, 24 Ocak 2020’deki Elazığ-Malatya depremi ve şimdi de İzmir depremi açıkça göstermiştir ki, “21 yıldan beri depreme hazırlık için neler yapılmıştır?​” sorusuna olumlu herhangi bir yanıt verilememektedir. Nitekim, bu alanda “yapı yönetmeliği” değiştirilerek depreme dayanıklı binalar yapılmasının zorunlu hale getirilmesi, depreme hazırlık amaçlı “bağımsız bir bütçe”nin oluşturulması için “deprem vergisi” getirilmesi gibi ileriye doğru adımlar atılmıştır. Ancak bu adımlar da AKP iktidarı tarafından, yapı denetimi işinin özel firmalara verilmesi, deprem vergisinin genel bütçeye aktarılması ve kentsel dönüşümün rantsal dönüşüm haline getirilmesiyle akamete uğratılmıştır.

Hele de 20 yıldan beri kent nüfuslarının da hızla arttığı dikkate alındığında, kentlerimizde deprem riski düne göre bile artmıştır. Yani, halkın güvenli ve sağlıklı konut ihtiyacı düne göre daha acil ve daha hayati hale gelmiştir.

EMEK-MESLEK ÖRGÜTÜ DÜŞMANLIĞINI DEPREM BİLE UNUTTURMADI  

18 yıldır iktidarda olan AKP, bugün “depreme hazırlık” konusunda tartışılmaz biçimde en sorumlu konumdadır. Ancak Erdoğan-AKP yönetimi, kendi sorumluluğunu gizlemek için daha da partizanca davranmaktadır. Bunu Elazığ depreminde, civar il ve ilçelerdeki HDP’li belediyelerden gelen yardım kamyonlarının kente girmesi valilik tarafından yasaklandığında, CHP’li belediyelerden gelen yardım ekiplerinin arama kurtarma çalışmalarına katılmaları taciz edilerek engellenmek istendiğinde görmüştük.

İzmir’de diğer illerden gelen yardımları engelleyemeyen AKP, İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) İzmir Şubesinin “Hasar tespit çalışmalarına katılma” isteğini reddederek, konunun en dolaysız muhatabı olan İMO’yu devre dışı bırakarak, bu tutumunu bir adım ileri götürmüştür. Tıpkı İstanbul’da pandemiye karşı mücadele toplantısına TTB ve İBB Başkanının katılmasını engelledikleri gibi!

İktidar böylece; bir yandan “depreme hazırlık” konusunda kendi kontrolünde olmayan bir uzman kuruluşun sürece müdahalesini engelleyerek, “rantsal dönüşüm”ün rantına çomak sokulmasını önlenmeyi amaçlarken; öte yandan TTB, TMMOB ve öteki meslek örgütlerine yönelik itibarsızlaştırma girişimlerine devam edeceğini göstermiş olmaktadır.

DEPREMİN BİR FELAKETE DÖNÜŞMESİ İÇİN EPEY UĞRAŞILMIŞ!

Muhabirimiz Ramis Sağlam’a konuşan Jeoloji Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Alim Murathan, “Yıkımın yaşandığı bölgenin fay hattıyla bir ilgisi olmadığını, tamamen zeminle ilgili bir durum” olduğunu belirterek, doğal bir olay olan depremin bu binayı oraya yapanlar tarafından bir felakete dönüştürüldüğüne dikkat çekiyor.

Deprem sonrasında yıkılan binaların enkazında inceleme yapan uzmanlar da inşaat sırasında deniz kumu kullanılmasından beton kalitesine, kullanılan demirin standartlara uygunsuzluğuna kadar önemli eksikliklere dikkat çekiyorlar.

Öyle anlaşılıyor ki; 150 kilometre uzaktaki bir depremin İzmir’in Bayraklı ilçesinde dört başı mamur bir felakete yol açması için müteahhidinden denetçisine, yerel ve merkezi yönetimdeki sıralı sorumlulara kadar çok sayıda kişi ve kurum epey gayret göstermiş!

Son 21 yılda “depremle ilgili tartışmaları” az çok izleyenler bilir; deprem üstüne yapılan tartışmalar aynı bilgiler, aynı öğüt ve aynı vaatler etrafında dönmektedir! Bu tartışmalardan çıkarılması gereken ilk sonuç; asıl dikkatimizi depremin jeolojisine, jeofiziğine değil “Depreme hazırlıkların ne düzeyde olduğuna, iktidarların, yerel yönetimlerin üstlerine düşeni ne ölçüde yaptıklarına, yapılmayanların hesabını sormaya vermeliyiz”dir! Çünkü böyle bir tutum alınıp bunun gerektirdiği bir mücadeleye girilmeksizin, önümüzdeki 10, 20 yıl daha aynı sorunları tartışmaya devam edeceğimizden, ama bir adım ilerleyemeyeceğimizden şüphe edemeyiz.

Bu yüzden “depreme hazırlık” mücadelesi lafla değil, halkın güvenli ve sağlıklı konutlar edinme mücadelesiyle mümkün olabilecektir.

İzmir depremi; böyle bir mücadelenin aciliyetini, hayatiliğini, bir kez daha ve daha açıkça göstermiştir!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa