‘Ucuz kalkınmacılık’ pahalı bedel

Fotoğraf: AA
Cevabını bu yazıya bıraktığımız geçen haftadan kalan soru: Hükümetin ‘kalkınmacılığı’ kurtuluş mu?
Kriz, pandemi ve yüksek kur…
Dışarıdan satın almaktansa içeride üretimi zorluyor.
İddia odur ki IMF bile dünyaya farklı bir gözlükle bakmaya başladı. Artık ülkelere ‘Kemer sık’ demiyor.
Onun yerine diyor ki…
Yakın dönemli öncelik, devletin pandemi ile birlikte başlattığı desteğini sürdürmesidir.
Ekonominin canlanması için devlet destekleri gereklidir.
Devletin desteklerini sürdürebilmesi için yüksek gelirlilerden daha çok vergi almalıdır.
IMF’nin bile ‘destek’, ‘sermayeye vergi’ lafları ettiği bir dönemde, AKP’nin de ‘kalkınmacılıktan’ bahsetmesi olağandır.
Lakin ne IMF ne de hükümet mevcut durumu tersine çevirecek bir dönüşüm ortaya koymuyor.
IMF…
Borçlu ülkelere dış borçların silinmesi gibi bir destek sunmuyor. Acil nakit ihtiyacı olan ülkelere bağışta bulunmuyor. Borçların hafifletilmesine dönük, ileride ödenmek üzere, uygun kredi veriyor. Borçları yapılandırıyor.
Türkiye’de hükümet ne yapıyor?
Bugüne kadar ekonomik krizleri sürekli piyasalara kredi pompalayarak aşma çabasında olan hükümet pandemide bile vatandaşına para aktarmak yerine borç mekanizmasını işletti. Bunun kanıtı, hükümetin yeni ekonomi programında ilan ettiği destek rakamları.
İşsizlik Fonu’ndan ödenenler: 6.5 milyarlık nakdi ücret desteği ve yardım. 3.5 milyarlık kısa çalışma ödeneği.
Toplam kredi desteği: 267.5 milyar lira.
Hükümet işçinin fondaki parasını dağıtmak dışında bolca kredi sunmuş.
Şimdi büyük yatırım hamleleri mi yapacak?
Yok.
Kredi yerine vatandaşın cebine para mı konulacak?
O da yok.
***
Salgının ikinci dalgası yaşanırsa Türkiye emekçileri çok daha kötü günlerle karşılaşacak. Nitekim koronavirüsün tekrar tırmanışa geçtiği Avrupa ülkelerinde yeni tedbirler art arda yeni yasakları da beraberinde getiriyor.
Avrupa’da kapanma yeniden başladı.
Fransa ve Almanya’da yeni kısıtlamalar ilan edildi. Artık elzem olmayan hizmet işletmeleri kapatılacak.
Fransa’da seyahatler devlet iznine tabi kılındı. AB dışında ziyaretçilere yasak geldi. Almanya’daki, ‘Seyahatlerden uzak durun’ çağırı her an yasağa dönüşebilir.
Çekya ve Avusturya’da gece (saat 21.00-05.00 arası) sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
İspanya parlamentosu, pandemiyle mücadele kapsamında OHAL’i 6 ay daha uzattı.
Tek tek ülkelerdeki bu uygulamaların yakın zamanda AB çapında karantina tedbirlerine dönüşmesi gündemde.
ABD’de virüsün yayılışı tekrar yükselişe geçti. Avrupa ve ABD’den gelecek haberler dünya ekonomisine kara kış yaşatabilir.
Böyle bir süreç işsizliği nereye yükseltir?
Borçlandırılmış kitleleri nasıl bir geleceğe (geleceksizliğe) sürükler?
Altı ay önce borçlanmış ve ödemeleri başlayacak olanlar yeni bir ekonomik kapanmayı atlatabilir mi?
Uzaktan eğitimden, virüsten korunmaya, sosyal hayatın her alanında yüzümüze çarpan sosyoekonomik eşitsizlikleri nasıl bir derinliğe ulaştırır?
‘MERAK ETME KALKINACAĞIZ’ ÖYLE Mİ?
Cevapları insanın ruhunu daraltan bu sorulara cevap vermek yerine ‘umut’ pazarlanıyor: Hele bir dur kalkınacağız.
Nasıl kalkınılacak?..
Ülke içinde üretilip, ülke içinde mi tüketilecek?
AKP’li yıllarda, ucuz kredi, ucuz ithalatla ‘tüketim toplumu’ oluşturuldu. Değerli TL dönemlerinde (Döviz kurları uçmadan önce) Türkiye’den almaktansa Yunanistan’a geçip satın almak daha cazipti, birçok ürünü. Tur şirketiyle Karadeniz’e gitmekten daha uygundu Doğu Avrupa turu.
Şimdi ucuz döviz yok. Ülke vatandaşının borcu arşa vardı. Ne ile tüketilecek içeride üretilecek olan?
Tüketebilmek için ücret ve maaşların artması lazım!
Var mı hükümetin öyle bir niyeti?
Aksine…
Bugüne kadar istihdam bürosu üzerinden ‘geçici işçilik’, kamuda ‘geçici personel’ statüsü, ‘Toplum yararına çalışma’ gibi kısa süreli istihdam örneklerini çoğaltan hükümet…
Şimdi pandemiyi fırsat bildi; ucuz ve geçiciliği yaygınlaştırıyor.
25 yaş altı ve 50 yaş üstü çalışanların kıdem tazminatı haklarını kaybedeceği, emeklilik sürelerini uzatacak adımlar atıyor.
***
Ücret ve maaşlar artmayacak.
E ne olacak?
Cevap: ‘Üretip içeride tüketmeyeceğiz’ ama ‘Rekabetçi olup dışarıya satacağız’.
Meali: Ucuz emek pazarlayacağız.
Diyorlar ki… Çin’de asgari ücret 250 dolarken, bizde 400 dolardı. Nasıl rekabet edecektik?
Şimdi dolar 8 TL’yi aşınca…
Türkiye’deki asgari ücret 270 doların altına geriledi. Çin’le rekabet edebiliriz(!)
Ha gayret! Dolar 9’u görürse Mısır, Bangladeş ile bile rekabet edebiliriz.
Ekonomik taktiğe gel: Afrika, Ortadoğu ayarında yoksul bir kalkınma.
Hadi diyelim buna da razı olduk; ‘İşin ucunda kalkınma var’ deyip. Acaba böylesi bir kalkınma işsizliği azaltıp işsize iş yaratır mı?
Daha baştan ucuz emek üzerinden rekabete ayarlı bir sistemde çok zor. Çünkü hedef çok işçi değil ucuz emek üzerinden çok iş!
3 kişilik işi, köle gibi çalışan 1 kişi yapsın. Hem de düşük ücretle yapsın ki ürün ucuz olsun mantığıyla işleyen rekabet sefalet düzeyinde işçiliği artırır da işsizliği çok az eritir.
ARAŞTIRMA, ‘SALGIN PERİŞAN ETTİ’ DERKEN…
Covid-19 salgınının gelirler üzerinde yıkıcı bir etkisi oldu.
O yıkıcılık rakamlarla ortaya konuldu. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) tarafından.
BETAM verilerine göre…
Toplumun ezici çoğunluğu salgın esnasında ciddi düzeyde gelir kaybına uğradı.
Maaş, ücret ve yevmiye ile geçinen ailelerin yüzde 30’u gelir kaybı yaşadı.
Çoğunluğu esnaftan oluşan müteşebbis geliriyle geçinenlerin ise yüzde 44’ü…
Gelir kayıpları özellikle düşük ve orta gelir seviyelerinde yoğunlaştı.
Her 4 aileden biri harcamalarını kıstı.
Buna rağmen geçinemeyenlerin önemli bölümü borçlanmak zorunda kaldı. Hanelerin yüzde 42.7’sinin borçları bu dönemde arttı.
İki yıl önce yüzde 31 olan geçim zorluğu çeken hane oranı, salgın döneminde yüzde 71’i aştı.
Hanelerin kriz karşısında nasıl savunmasız kaldıklarını anlatan bir başka veri: Hanelerin yarıdan fazlası bugün karşılarına çıkacak 1000 liralık bir beklenmedik harcamayı bile karşılayabilecek durumda değil.
Hükümet şimdi görüntüyü daha da koyulaştıracak! Halkı pandeminin yanı sıra bir de ‘Ucuz kalkınmacılık’ vuracak.
AŞAĞILARDA GENİŞLEYEN ÇUKUR YUKARILARI BİRLEŞTİRİYOR
Toplumun alt katmanlarında, emekçi kesimlerinde oluşan çukur yukarıda bir siyasete dönüşmüyor.
Egemen siyaset AKP-MHP koalisyonu ve etrafındakiler ile CHP’nin ‘ittifaklar siyaseti’ ekseninde iki parçaya bölünmüş…
TÜSİAD’da temsil edilen sanayi burjuvazisi öncülüğündeki büyük sermaye ile TOBB ve iktidar çevresindeki sermaye arasındaki çatışmalar artmış…
Olsa da…
Hükümetin elinde hâlâ büyük bir zamk var: Ucuz emek ve onun kontrolü.
Sermaye için ‘ucuz emek’ artı değer birikiminin garantisi. Emek aleyhine çıkarılan her yasa garantiyi perçinlemek için.
Bu kriz içinde isyanı önleyen otoriterlik de egemen siyaset için kesişme noktası.
***
Ülke ekabirlerini, egemenlerini birleştiren zamka bakıp şunu rahatlıkla diyebiliriz.
Bölüşümü dikkate almayan…
Türkiye’de milli gelirin yarısından fazlasını bir avuç zenginin elinde biriktiren… Milyonlarca emekçiyi, yoksulu, sabit gelirliyi sefalet kümesine yığan…
Çevre tahribatını dikkate almayan…
Doğal çevre yok olmuş, biyolojik çeşitlilik azalmışla ilgilenmeyen…
Kültür, sanat, spor, tatil gibi manevi mahiyetteki ihtiyaçları lüks sayan…
Böylesi bir kalkınmacılık olmaz olsun. Hele de onun ucuz hali hiç olmasın.
Zira bedel ağır!
GEREKLİ OLAN BAŞKA ŞEY!
IMF ve Cumhur İttifakı hükümetinin ‘değişim’ tartışmasına dikkat çekerek başladığımız yazının geldiği şu noktasında rahatlıkla şu tespitleri yapabiliriz:
Pandemi, Latin Amerika ülkelerinde yeni bir borç krizini ateşlerken IMF, krizin faturasını ödeyecekleri kurtarmıyor.
Kendi varlık sebebine uygun olarak, krizi ve mağduriyeti var eden sistemi tamir etmenin gayretine düşüyor. Üstelik de ödenecek faturayı zamana yayarak yine faturayı ödeyenler üzerinden.
Türkiye hükümeti ise… Kriz ve pandeminin yaralarını sarmak iddiasıyla ‘üretim devrimi’ diyor. Oysa ortada ne devrim var ne de toplumsal eşitsizlikleri azaltmayı hedefleyen bir kriz yönetimi.
İktidarın yaptığı doların her geçen gün değersizleştirdiği emeği, marifetli bir tüccar gibi pazarlamak.
Bu nedenle IMF’nin sistemin çatlaklarını sıvaması da… İktidarın çatlaklara emeği doldurması da… Reddedilmeli!
Reddederken de…
Doğasına, suyuna, ormanına, sahip çıkanların...
Ayakta olan kadınların…
Bütün engellemelere rağmen yollarda olan, hakkını arayan işçilerin…
‘Eve ekmek götüremiyoruz’ diyen esnafın…
‘Sen kimsin?’ diye soran AKP Gençlik kollarına geleceksizliğini, umutsuzluğunu anlatan gençlerin…
İstediklerini karşılayacak olanı aramalıyız. Ona doğru yönelmeliyiz.
Bütün dünyada yayılan pandemi, kriz, savaş dökerken dünya kapitalist sisteminin bütün yaldızlarını…
Gösterirken ‘uçuracak’ denilen tek adam yönetiminin çare olmadığını…
Bugünün anlatıcılarından dinlediklerimizin dışında yeni bir hikaye lazım kurtuluş için insanlığa.
Evrensel'i Takip Et