Yanlış yerde değer arıyoruz

Fotoğraf: Haluk Satır/AA
İzmir depremi içimizi acıttı, çok sayıda vatandaşımızı kaybettik, kaybettiklerimizin on katına kadar vatandaşımız da yaralı. Kaybettiklerimize rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.
Bu acıyı yaşarken kurtarma ekibinin, Soma’dan gelen emekçilerimizin, itfaiye erlerinin insanüstü çabaları bir nebze bizi rahatlattı, ama gidenler gitti, sakatlar iyileşmeyi bekliyor. Bu sırada her türlü hesabı yapıyoruz da, kapitalist hırsızlık mantığı ile yanlış yapılan binaların yıkılışını ülke servetinin yıkılışı ya da savruluşu olarak hiç hesaba katmıyoruz; para hırsızlık yoluyla da olsa o anda cebi ısıtır, ama yıkım, çöküş ayrı şeydir. Biraz daha maliyetle o binalar düzgün yapılsaydı, bugün ulusal gelirimize çöken bina değerleri eksi değer olarak girmezdi. Derler ya asılacaksan da İngiliz ipi ile asıl!
Yaşanan her meseleyi görüntüsü ile ele almanın bizleri bir yere götürmeyeceği gün gibi ortadadır. Müteahhit binayı hırsızlık hırsı ile çürük yapmış. Peki, o müteahhit yapmasaydı, başka biri yapmayacak mıydı? Siyasi seçimlerde oy verirken seçmenin kafasında “Bunlar küplerini doldurmuştu nasıl olsa, yenisi gelse o da dolduracaktır” mantığıyla oy verilmiyor mu? Küp dolduran siyasetçi utanmadan milletin karşısına çıkıyorsa, müteahhitin yüzü niçin kızarsın ki! Balık baştan kokar, diye sözümüz yok mu? Hava biraz yağışlı olduğunda ya da anormal bir durum olduğunda cebinizde para dahi olsa otomobil bulamıyorsak ya da fazla fiyat ödememiz gerekiyorsa, neden bu işlerde bir yanlışlık olduğunu düşünmüyoruz ki! Çünkü başımıza gelmeden düşünmeyip, can kaybı gibi ağır sonuçları kendimizden uzak görerek her fırsatın bir kaçamağını aramıyor muyuz?
Şunu söylemek istiyorum. Münferit olayları bütün bir sistemin işleyişine örnek olarak alalım ve büyük resme bakalım. Bir sistem ki, tek güç varsıllıktır ve varsıllığa ulaşmanın her ise yolu mübahtır; başta siyaset olmak üzere, müteaahitlik, sırtını bir yandan vergi avantajına diğer yandan emek ve tüketici sömürüsüne dayayarak zenginleşmek varken! Emekçilerin birikmiş ve gelecekteki alın terine el uzatmaya tenezzül eden, verimsiz ve henüz burjuva dahi olamamış güdük sanayici halkın hizmetinde olması mutasavver kamu gücü(!) ile iş birliği yapıyorsa, bunun adı özgürlük müdür yoksa hırsızlık ya da güçsüzün üzerine çökmek midir? Bu sistemde “hak, hukuk, adalet” için yürümek yerine, biraz da sisteme ve işleyişine baksak daha yararlı olmaz mı? Sistem içinde kalındığı sürece tabii ki bazı haklar istenecektir, burjuva hukuk kurallarına dahi sarılanacaktır, ama bunları nihai çare ve aşama olarak görmek körlüktür ya da hırsızla iş birliği yapmaktır.
Soma emekçileri can kurtarma faaliyetinde çalışıp dönerken, kamu araçlarını kirletmemek için boş yerlere dahi oturmayınca tüm halk ayağa kalkmış. Her iki taraf için de harika bir davranıştır. Peki, sonra ne oldu, yıllardır alamadıkları hakları için Anayasa çerçevesinde protesto etmeye kalktıkları zaman karşılarında emekçi kardeşlerini gördüler. Ülke bir savaşa girse yan yana mücadele edebilecek kardeşler, ülke içinde birbirine rakip olabiliyorsa bu durum kimin işine yarar? Acaba bu mücadelede emekçiler jandarma ile mi rakiptir? Hayır, emekçi protestosunu bir emirle baskılamaya çalışan jandarma bu işi kendi adına değil, sermayenin hizmetindeki devlet adına yapmaktadır. Peki, devlet neye hizmet etmektedir? Tabii ki, sermayeye! Peki, buna ne ad vereceğiz?
Parlamentoda bir yasa taslağı görüşülürken, haklarını ufak bir toplantı ile duyurmaya çalışan emekçi örgütlerine güvenlik güçlerinin oransız müdahalesi, o esnada görevini yapan basın mensuplarına da müdahale edilmesi toplumun ezilen emekçi kesimi ve genel halk adına mı yapılmaktadır yoksa kap kaç sermaye çıkarı adına mı yapılmaktadır?
Kapitalist devlet yapıları patron ve delege modelinde çalışır. Patron halk değildir, sermayedir. Halkın oyu ile işbaşına gelen siyasi erk ise delegedir, patronu sermayedir. İşbaşındaki siyasi erkin hizmet ordusu da bu silsilede sermayenin emrindedir. Emekçileri engelleyen güçler çok dolaylı sermayenin emrinde ve çıkarının korunmasında görevlidir. Bu süreci hiç değilse muhalefet adamı gibi halkımıza anlatmalıdır. Peki, neden anlatamaz? Çünkü o da aynı nitelikli siyasi kadroya dahildir, o da burjuva partilerinin emrindedir. Emekçinin, emeklinin, orta tabaka halkın temsil edilmediği bir parlamento “Hakimiyet milletindir” şiarı ile faaliyet gösteremez. Ne var ki, bu parlamento ve siyasi kadro gökten inmesi, emperyalistlerin işi de olsa, sonuçta oy kullanan emekçiler ve halktır. Mesele uyuma meselesi değil, tam tersi, uyanıklık ve uyanıklığa hayran olma fetişidir.
Evrensel'i Takip Et