07 Kasım 2020 22:33

Rıza Bey Aile Evi’nden yıkıma ve dünyaya

Solda: Tarık Dursun K.-Sağda: C. Hakkı Zariç / Fotoğraf: C. Hakkı Zariç arşivi 

Paylaş

Gidip sığınacak yer lazım iki arkadaşa. İncirde beraber çalışmışlar, beraber işsiz kalmış beraber arşınlamışlar sokakları. Yeni iş nerede, ne mümkün hayatı çevirmek… İlk zaman aralarında bir sürtüşme olsa da sonradan can ciğer olan iki arkadaş, yani tek kelimeyle ve evet “ölümüne” iki arkadaş gelip yerleşir Rıza Bey Aile Evi’ne.

İzmir’de, yaşamın yılkıya bıraktığı bir mahallede geçer roman. İşçiler vardır romanda. Gece vardiyasından bir yorgunlukla evine dönen ve kıt kanaat geçinmek için boğazından kısan işçiler. Oda oda kiralanmaktadır Rıza Bey Aile Evi, elini uzatsan denize dokunacağın yerde ve nezihtir kendi çapında. Borç harç aralanır kapı, tencere kaynar elde avuçtakiyle. Eş dost edinilir, yardım destek derken yerleşik hayat işte daha ne olsun.

Tarık Dursun hayatımıza mercek tutan bir yazar. Birçok işe girip çıkmış, en sevdiği iş otobüste bilet kesmek olmuş (Kırmızı Otobüs adlı çocuk kitabında kendini yazmadığını kim iddia edebilir?). 19 dakikalığına alındığı bir iş de var, kundura tamircisinin yanında çırak olmuşluğu da. Şiirle başlamış yazmaya, yayımlanan ilk şiirini annesine gösterdiğinde, oğul, demiş annesi dergideki şiiri okuyarak, bize ün değil un lazımdır. Yeni alfabeyi okuması var ama yazması yoktur annesinin. Kahveye dadanan abisini tekme tokat eve sürükleyecek kadar cevval ve bıçkın kadındır…

Kurgunun içinde kendi yerini edinir kadınlar, olmadık zamanda olmadık yerde akışa müdahale eder ve zoru bozar Tarık Dursun K.’nın yazınındaki kadın karakterler. Görünmez değildirler asla, yeri geldiğinde ortaya çıkmaya ve duruma el koymaya çalışır bir halleri de yoktur, zamanı kollar ve oyunu bozar. Örgütlenmiş ve ısrarla devam eden grev zora mı düştü, saklanması gereken birileri mi var, bir mültecinin başı dertte mi, bir kaçakçı mı yaralı, süngercileri dalmaya mı zorluyor tekne sahibi deyyus… Orada bir kadın çıkar ve kurgunun akışını değiştirir. Sınırdan sınıra kaçak sürer arabayı, grevdekiler direnişe devam etsin diye bileğindeki altınları sıyırıp koyar orta yere, kaçakçının yarasına, yoksulun akan damına el atar kadınlar. Ağaya ya da patrona posta koymanın adabını ve restini bilir hepsi.

1950 kuşağı edebiyatçılarımızdan Tarık Dursun K.’nın köfteci çıraklığı yapmışlığı da vardır. Sokağı ve hayatı bilir. Bir fabrikadaki usta başı gibi de konuşabilir, öyle değil mi kardaşım… Tokatlıyan Han’da hepimiz kadar düşlere dalıp gitmişken açtığı Kurul Kitabevi’nin iflasına da tanık olmuş ve sınanmışlığıyla kalmıştır. Hapisten çıkan arkadaşlarına selam verip aynı masada olmaktan bir an bile tereddüt etmemiş bir yazardır.

Sinemada yapmadığı iş kalmadı belki de, gişede bilet satmaktan yapımcılığa, kamera arkasından senaryoya kadar yaşadığımız ülkenin toprağına ve bitki örtüsüne tanık kıldı bizi.

***

Kalkıp evine gittik, kendisini daha yakından tanımak ve bir söyleşi yapmak için İzmir’in yolunu tuttuk. Karşıyaka İskelesi’nden inip evine doğru yürüdüğümde şair arkadaşım Umut Çetin de vardı yol gösteren. Çetin Kelleci kamerasıyla gelip kurulduğunda her şey hazırdı ve ben önceden hazırladığım sorular sıralayacaktım sadece. Kamera arkasında çok zaman geçirdim ama ilk defa televizyon için bir söyleşi yapacaktım ve durumu nasıl idare edeceğimi bilmiyordum açıkçası. 2014 kış ayları hey gidi.

“İnsanın içinde hikâye olacak olguları, tipleri, insanları, mekanları harmanlayabilme yeteneği olması lazım…” diye başlamış ve devam etmek için “biraz kolpa verin” demişti. Uzun  uzun konuşmuştuk. Sait Faik’in hikâyeciliğinin izini sürdüğü iddialarını hiçbir zaman kabul etmedi. Orhan Kemal’i her zaman usta olarak belledi kendine ve onun paçasına tutunduğunu reddetmedi. İyi yazarın iyi okur yetiştireceği gibi, iyi okurun da iyi yazar yetiştireceğini düşünerek yazdı. Kendi çağı ve kendi dönemine tanık kıldı kendini ve ustalarından öğrendiği yazma prensipleriyle oturdu yazı masasının başına. Cevdet Kudret, Rauf Mutluay, Cavit Orhan Tütengil, Cahit Külebi ve daha nice ismi öğretmen belledi kendine Tarık Dursun.

Rıza Bey Aile Evi bildiğimiz gibi İzmir’de geçer. Karataş hâlâ aynı dar sokaklarıyla denize uzanmakta kahvecisi, bakkalı, kasabı, fırıncısı kendini yaşatmaya çalışmaktadır. Bir yaman çelişkinin büyüdüğü zamanın sokaklarda greve gittiği için polisten saklanmak zorunda kalan kahramanlar da var kitapta, tombul kahveciler de, ardiyada kumarın kalbini oyanlar da... Aşk ve ayrılık mı? Evet.

“Hikâye yazmak fırsattır,” demişti Tarık Dursun. Ülkedeki bulaşıcı toplumsal tedirginlikten, yarın korkusundan, tetikte beklemekten, çirkinlikten bahsetti yazdıklarında. Romanlar da yazdı elbet ama bir hikâyeci olarak gördü kendini daima. Bu cümleler Rıza Bey Aile Evi’nde bir özet olarak okunabilir.

İşte daha yeni yıkıldı Rıza Bey Apartmanı ve İzmir depremi kalbimizde yeni bir yıkıma, can kayıplarına neden oldu. Canı hiç sıkılmayan faşist güruh bundan kendine pay çıkarıp enkaz altında kalanlara çamur atmak için elinden geleni yaptı ki zaten bütün suç enkaz altında kalanlarındır; çünkü her şeyi devletten beklemek yerine yeni evlere taşınmayanların suçudur deprem…

1957 yılında yayımlanan Rıza Bey Aile Evi’nde bir deprem göndermesi var. Karataş’taki Doğruluk Bakkalı’nın sözü aldığı yer, memleketindeki zelzeleden kaçıp İzmir’e gelen bir ailenin yaşadıklarıdır. O tanıklık yakın zamandaki İzmir depremine bir yanıt olabilir belki. Çünkü maktulün kanı yerde ve sıcaktır hâlâ.

Hamiş: Rıza Bey Aile Evi için Gazete Duvar’da ustam Zeki Coşkun bütünlüklü bir yazı kaleme almıştı, ilgilisi için linkini buraya bırakıyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa