07 Kasım 2020 23:50

Merkezde tepişmeler hep vatandaşları ezer

Fotoğraf: Ali Balıkçı/AA

Paylaş

Hükümete Merkez Bankası başkanı dayanmıyor.

Merkez Bankası Başkanı 16 ay içinde ikinci kez görevden alındı.

Laf dinlemiyordu görevden aldık’ denilen Murat Çetinkaya’nın yerine atanan Murat Uysal’ın da görevine son verildi. Yeni Başkan artık Naci Ağbal; Eski Maliye Bakanı.

Ağbal aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanı.

Soyadı gibi ‘uysal’ davranan…

Yüklü faiz indirimine giden…

Murat Uysal, ‘Ne istediler de vermedi’ de görevden alındı?

Aslında hep aynı devridaim yaşanıyor.

Hatırlayalım.

2013 yazı. Dolar 2 TL’yi geçti.

Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı “Biz TL’nin değerini aslanlar gibi koruyacağız ama faiz silahını kullanmayacağız” dedi.

Faizi yükseltmedi, Merkez Bankasındaki dolarları sattı, kurları düşürmek için.

Süreç faiz artışıyla bitti. Tarih 29 Ocak 2014’ü gösterdiğinde 550 baz puanlık şok faiz artışı geldi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan yine çok kızdı. Merkez Bankasında Erdem Başçı döneminin sonu artık görünmüştü. 2016 yılında Başçı’nın görev süresi dolunca tekrar atanmadı.

Yerine atanan Murat Çetinkaya, hızlı giriş yaptı. Faizleri indirdi. Ama “darbe girişimi”, “Trump’ın başkanlığı” derken yabancı sermaye kaçışı yaşandı. Finansal bağımlı Türkiye süreçten etkilendi.

Ardından faiz artırımına gidildi. Bağımlılığın sorumlusu hükümet olmasına rağmen Erdoğan yine faiz artışından rahatsız oldu.

Erdoğan, “Enflasyon sonuçtur faiz sebep’ teorisini ortaya attı. 

Faiz indirmeyen Çetinkaya’nın görevine,  ‘Söz dinlemiyordu, aldık’ denilerek son verildi. Yerine adaşı Murat Uysal getirildi.

Yeni başkan atanır atanmaz… Erdoğan’ın faiz-enflasyon teorisi doğrultusunda 425 puanlık faiz indirimine gitti. Durmadı sürekli indirdi. 5 ayda indirimler 1200 baz puanı buldu.

Enflasyon ekim 2019’da 8.55 seviyesine gerilemişti. Hava atılıyordu: “Söz dinleyen geldi, faizi düşürdü. Teori doğrulandı, enflasyon da düşüşe geçti”.

Faiz lobisi golü yemişti; üstelik döviz kurları da sakindi.

2019 sonuna doğru hem enflasyon hem de kur artış sinyalleri geldi. İşlerin yolunda gitmediğini gösteren sinyaller.

Sonrasında süreç Merkez Bankası dolarlarını satış, dolaylı yollardan faiz artırışı olarak işledi. Yetmedi 200 puanlık faiz artışı geldi. Enflasyon yükseldi. Erdoğan’ın tezi çöktü.

Dolar 8.50 TL’yi, avro 10 TL’yi aştı.

BÜYÜYEN KAMBURA BAK!

Ve yine aynı kader yaşandı; başkan görevden alındı.

Bu süreçte dolardaki 4 TL’lik (4.50 TL’den 8.50’ye) artış.. Sadece dış borçları durduğu yerde 1 triyon 600 milyar lira artırdı.

Halkın borcunu büyüttü. 150 milyar dolarlık Hazine garantili mega projelerin alacağını 600 milyar lira artırdı. Vergiler hükümetin gözde müteahhitlerine akacak.

Yıllık ithalat 200 milyar dolarlık ithalat, (4.5 TL yerine 8.5 TL’den yapılacağı için ) 800 milyar lira pahalı hale geldi.

Döviz cinsinden iç borçlanmaya fazladan on milyarlarca lira ödenecek.

Halkın kamburu büyüdü!

Faiz inince ‘Yatırım artacak, istihdam olacak’ iddialarının tersi yaşandı. 

Faiz inince olacak denenler olmadı ama inen faizler borçları patlattı.

Şimdi o borçlar ödenemiyor.

2020 mart ayında kredi takip süreleri Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu tarafından 180 güne çıkarılmasına rağmen...

Bu kararın da etkisi ile rölantide giden takipteki kredi hacmi ekim ayında artmaya başladı. Kasım ayının ilk iki gününde 384 milyon TL kredi takibe düştü.

***

2002 kasım ayında iktidara gelen AKP’nin 2003 yılından itibaren ödediği faiz tutarı 500 milyar doları aştı.

Tabii ki bu para keşke faize, bir avuç finans rantçısına gitmese…

Faiz kemirgendir. Üretilen artı değeri sülük gibi emer.

Değeri üreten ülke işçi ve emekçisi için faizin savunulacak hiçbir yanı yoktur.

Gel gör ki…

Faiz, ‘düş’ denilince düşen bir şey değil.

Örneğin hükümet sürekli bütçe açığı verip borçlanmak zorundaysa… Faizi kendisi değil borç almak zorunda kaldıkları belirliyor.

Elinde parası olanlar bankaya ihtiyaç duyulan kadar para getirmiyorsa… Getirmeyi cazip kılınmanın yolu da faizden geçiyor. ‘Yeterli tasarruf oranı yoksa…’ diye anlatılan hikaye işte! 

Ülkenin dış kaynağa duyduğu ihtiyacı fazlaysa… Elin parasına muhtaçsa… Bu muhtaçlık faizin düzeyini etkiliyor işte. ‘Cari dengenin faize etkisi’ diye özetlenen durum.

Enflasyonun yüksek olduğu bir durumda… Eğer ki, ‘Bankalarda para olsun, onlar da bol kredi dağıtsın’ deniliyorsa… Düşük faiz mümkün olmuyor. Parası olanlar paralarının enflasyon karşısında bankalarda erimesini izlemek yerine dövize, altına hücum ediyor.

Faizi siyasetten dış politikaya başkaca onlarca şey belirliyor!

Borçlanmayı…

Bütçe açığının niye verildiğini…

Yabancının parasına muhtaçlığı…

Ve daha birçok konuyu tartışmadan faizi tek başına tartışmak anlamsız. 

Sonuç: Düşüncede antifaizci gözüken iktidar uygulamada hiç de antifaizci değil. Üstelik ucuz faizle kredi dağıtmaktan başka da çözüm getirmiyor.

Düşük faizle borçlandırdığı şirketleri düşündüğü…

Gelirini arttıramadığı için krediye mahkum ettiği milyonların öfkesinden ve kopuşundan endişe ettiği için faize karşı gözüken iktidar uygulamaları ile ağır bedeller ödetiyor.

ESKİ HAYIR GETİRMEDİ YENİSİ FELAKET

Merkez Bankası biraz daha bağımsızken de bedeli ödeyenler aynıydı.

Enflasyonla mücadele diye gelirleri ez. Çalışanları, sendikaları onların etkin pazarlık yapabilmelerini ve işçi sınıfını ez ezebildiğin kadar.

‘Merkez bankası bağımsızlığı’ reel ücretlerin, maaşlarının artışı karşısında bir barikattı.

Ulusal ve uluslararası sermaye için ise bir kâr garantisi.

Kötüydü ama hükümet daha kötüyü örüyor.

Kredi borcu milli gelirin yüzde 70’ine varmış. Bu korkunç bir finansallaşma demek. Finansal bağımlılık demek.

Eski hayır getirmedi. Hükümetin yeni dediği ise felaket.

Uzunca tartışılması gereken konuyu şimdilik şu soru ile sonlandıralım: Her pozisyonda, her türlü bedeli ödeyenler için çözüm nerede?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa