Yorulmuş bir dünyanın umut arayışı ve bir ABD başkanlık seçimi…
Fotoğraf: Andrew Harnik/Pool/EPA/AA
Sevgili Metin İlgün için...
“ABD’nin savaş sonrası dönemde hegemonik bir güç olarak kazandığı başarı, ülkenin hegemonik çöküşünün koşullarını da yarattı. Bu süreç dört simgeyle özetlenebilir: Vietnam’daki savaş, 1968 devrimleri, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve 2001 Eylül’ündeki terörist saldırılar. Her simge bir önceki simge üzerinde yükseldi ve ABD’nin kendini şu anda içinde bulduğu durum doğdu. Gerçek güçten yoksun, yalnız bir süper güç, kimsenin takip etmediği ve çok az kişinin saygı duyduğu bir dünya lideri ve kontrol edemediği küresel bir kaos içinde tehlikeli bir biçimde sürüklenen bir ülke.”
Immanuel Wallerstein, 2004 yılında Metis tarafından Türkçe’de yayımlanan ‘Amerikan Gücünün Gerileyişi-Kaotik Bir Dünyada ABD’ adlı kitabında bu saptamaları yaptıktan ve gerekçelerini açtıktan sonra şöyle devam ediyordu: “Asıl soru, Amerikan hegemonyasının azalıp azalmadığı değil ABD’nin zarafetle, dünyaya ve kendisine asgari zararı vererek düşmenin bir yolunu bulup bulamayacağıdır.”
Wallerstein, bu soruyu, o satırları yazdıktan sonraki on yıl için ortaya atmıştı. Trump’ın başkanlığındaki yılların ardından, o satırların üzerinden 17 yıl geçtikten sonra, ABD hegemonyasının gerileyişine işaret eden çokça gelişme oldu. Ama tüm bunlara rağmen, ABD başkanlık seçimi sonuçları bakımından izlenip tartışılıyor.
Wallerstein’ın, “Bütün rüyalar gibi, gerçekliğin tam bir temsili değildir” dese de, pozitif anlamlarla tartıştığı “Amerikan rüyası”nın eskisi kadar iş görüp görmemesinden de öte, ABD’nin hâlâ dünyanın dengelerini etkileyen en güçlü devletlerden biri olması, ABD başkanlık seçimini, dünyanın birçok ülkesinde hem iktidarların, hem de muhalefetin izlediği bir seçim haline getiriyor.
ABD’nin yeni yönetimi yabancı düşmanlığı, milliyetçi ve otoriter yönetim anlayışından farklı en küçük adımında muhtemelen bir umudun işareti olarak da tartışılacak. Savaşların, baskı politikalarının sonuçlarıyla birlikte, zenginler ile yoksullar arasındaki uçurumun giderek derinleştiği ve üzerine de pandeminin sonuçlarının eklendiği yorulmuş bir dünyanın umut arayışının böylesi bir beklentiyi beslemesi de kaçınılmaz.
Peki Trump’ı desteklen AKP iktidarı ve medyası açısından nasıl bir tablo göreceğiz? AKP Genel Başkan Danışmanı Yalçın Akdoğan’ın, 5 Kasım günü paylaştığı ve ardından iktidar medyasında da referans yapılan tweeti, o cenahın, kendisini Trump’ın kaybedeceği bir sonuca da hazırlayan ruh halinin ifadesiydi aslında:
“İHTİYATLI KÖTÜMSERLİK!
Biden kazanırsa Dünyanın sonu gelmez.
İHTİYATLI İYİMSERLİK!
Trump kazanırsa her şey güllük-gülistanlık olmaz.
Türkiye-ABD ilişkileri her dönemde zorluklar yaşamış ama belli bir eksende sürmüştür. Kim kazanırsa kazansın Türkiye’nin önemi azalmayacaktır.”Şimdi çok gecikmeden AKP iktidarının ve medyasının Biden yönetimi ile çıkarlarını uyumlulaştıran bir raya yöneleceğini göreceğiz. Bazen, ‘Kahrolsun emperyalizm’ bazen ‘Yaşasın Trump’ bazen de ‘Yaşasın Biden’… Ne fark eder? Bunların hepsini kendi bekası içinde harmanlamaya muktedir bir ‘yerli ve millilik’ anlayışı için, gidene ağam, gelene paşam demek niye sorun olsun!
Gelelim muhalefete. ABD’de sandıktan Trump’ın desteklediği politikalara karşı değişim isteğinin çıkmış olması dünyanın başka ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye’de de benzer politikalardan yorulmuş olanlara iyi geldi.
Bu son derece anlaşılır.
Mesele bu duygu ve bilgi ile ne yapacağız sorusunda düğümleniyor. Bu sonucu, Türkiye’nin demokratikleşmesi bakımından bir moral değer olarak kabul edenler de, Türkiye’deki değişimin Biden yönetiminin AKP’yi sıkıştırması ile mümkün olabileceğini düşünenler de var.
Herhalde en iyimser olanlar bile, ABD’deki seçimi, kapitalizmi ya da emperyalizmi sorgulayan bir ismin kazanmadığının farkında. Türkiye’de şu ana kadar askeri darbelere ABD’nin verdiği desteğin, o dönem kimin başkan olduğuna bağlı olarak değişmediği de biliniyor.
Demokratik özgürlükler bakımından yaşanılan ve siyasal alanı da muhalefet açısından nefes alınamaz hale getiren sıkışmalar, çıkış arayışlarında, güç ilişkilerinin tekabül ettiği iktisadi ve sınıfsal temellerin ıskalanmasına da yol açabiliyor.
Bir de kuşkusuz herkes siyaseti, kendi siyasal tahayyülünün sınırları ve hedefleri bakımından okuyor.
- Büyükada’dan günümüze ‘Etki Ajanlığı’ komplosu 29 Ocak 2025 11:35
- Ahmet Güneştekin bizim acılarımızı da görecek mi? 27 Ocak 2025 06:45
- Tek adam düzeniyle onun sınırları içinde baş edilemez 20 Ocak 2025 15:37
- 'Zalim iyimserlik' 13 Ocak 2025 04:59
- Çok aktörlü bölgesel inşa ve ortasında bir “süreç” 06 Ocak 2025 05:00
- Enternasyonalizm bayrağı, daha daha yukarı! 30 Aralık 2024 06:30
- Diyarbakır notları: Seçim öncesi gelip ‘Ser sera, ser çava’ demeyin 16 Aralık 2024 04:52
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23