Ermenek’te maden işçisine kıdem tazminatının ‘mekruh’ olduğuna inandıran dinci gericiliğin yanından ıslık çalarak geçmekten vazgeçme vakti gelmedi mi?!

Müesses nizamın devamında iktidar ilahiyatının zihin zaptiyeliğine paha biçilmesi de ‘sabır’ odaklı mümin kriterleri tebliği de haybeye değil | Fotoğraf: DHA
Egemen sınıfların toplumsal kontrol cihazı olarak kullandığı dinci gericiliğe/Siyasal İslamcılığa karşı ideolojik mücadele şart!... (değil mi?)
Ve bu mücadele -aynı zamanda politik mücadelenin de başlığı olan- laiklik… (evet) laiklik mücadelesini de kapsamalı... (Vurgusu fazla mı?)
Tepedeki ikaza, dilek ve temennileri de lehimleyerek başlığı sündürdükçe sündürüyorum ama… (Bir “Başlık kısa ve çarpıcı olur” ‘kural’ ihlâli daha yaparak!)
Tasarladığım ‘İktidar İlahiyatı yazıları’ planının gerekçesini de özetlemiş sayıyorum böylece…
Aslında ‘Harfiyat’ için çok da yeni bir tema değil bu…
Siyasal İslamcılık üstüne bir iki kez başlık açtığımı, kimi yazılarda da bilvesile temas ettiğimi hatırlıyorum…
Zaten o değinmeler sırasında mesele üzerinde biraz daha derinleşme ihtiyacı duydum...
NEOFAŞİZMİN JANUS’U: MİLLİYETÇİLİK VE DİNCİLİK
Sıcak gündem bağlamında laf yetiştirme, ajit-prop maksatlı argümanlar üretmenin ötesine geçmenin zaruretini hissetim…
Nezaketen buraya kadar gelmiş okuru ikaz etmek isterim:
‘Çok dertliyim komşu’, iç dökmesi olarak görüp “Adama bak yaa şahsi şeyini…” hiddet ve itirazınızı fazla sayarım…
Teorik yetmezlikten mustarip, açmaza düşmüş asabi yazar ‘tripleri’ attırmıyorum… (valla)
Anlattığım hikâye senin de hikâyen olabilir (mi acep) demek istiyorum… biraz da… (Bi’ düşününüz!..)
Şöyle ki:
Bahsettiğim evvela (malûmatla sınırlılık ve) bilgide ‘eksiklik’ hissiyatımın esas sebebi din meselesindeki kişisel yetersizliğim… (şüphesiz)
Ama fakat bende bu hissi açığa çıkaran, hidayete ermem de değil, din diyanet mevzusuna karşı duymaya başladığım ani entelektüel merak da… (Politik mücadelenin ihtiyacı; ve bu ihtiyacı hissettirene bak, faslı…)
İçinden geçtiğimiz memleket şartları ve dahası objektif dünya hali…
Zira sadece Türkiye ahvalinde değil, dünyada da (milliyetçiliğin yanı sıra ya da çoğunlukla milliyetçilikle kurduğu simbiyotik ilişkiyle) ‘din’ merkezli çoklu iktidarların tüm veçheleriyle hayatımızı kuşattığı/ kuşatma hamlelerinin demokrasi ve özgürlük sahasını giderek daralttığı, kesif bir süreç yaşanıyor...
Buna mukabil, neo faşizmin Janus’u(*) milliyetçilik ve dinciliğin işaret edilen tırmanışına karşı duruşun (dinciliğin nispeten –mi?- muaf tutulmasıyla) topal kaldığını düşünüyorum…
Geçenlerde Metin Çulhaoğlu da farklı bir bağlamda benzer bir gözlemini yazdı… (**)
‘KUTSALA DOKUNMA’ SUİSTİMALİ ENDİŞESİ
Faşizmin milliyetçilik ‘yüzüne’ karşı isabetle takınılan hassasiyet, dincilik/Siyasal İslamcılık meselesinde esirgeniyor... (Neden?)
Halbuki dine -‘modern ortaçağ’ iddiasını tedavüle sokacak denli- kainatın idaresinde temel referans kodlamasıyla önemli misyonlar yüklendiği…
Bireysel inanç sınırlarını aşarak hayatın tüm sahasına hükmetme hakkı ile donatılan ‘din’in asli vesayet odağı olarak siyasallaştırıldığı…
İslam’ı başlıca düzenleyici güç mertebesine yükseltme hevesinin-artık- saklanmadığı evreden geçiyoruz…
Tayyip Erdoğan diyor bunu:
“İslam dininin hayatın tüm alanlarını kuşatan, kucaklayan, kurallar ve yasaklar manzumesi olduğuna işaret eden Erdoğan, ticaretten beşeri münasebetlere, eğitim öğretimden evliliğe, temizlikten kılık kıyafete, yaşantının her safhasını düzenleyen bir dine inandıklarını dile getirdi.” (28 Kasım 2019)
İklim bu olunca at da sahibine göre kişniyor…
Yeni Şafak Yazarı İsmail Kılıçaslan, yer bilimci Naci Görür’ün, “Deprem, ne yapalım Allah’tan geldi diyebileceğimiz bir şey değil” beyanını…
Evet bunu, Müslümanlara hakaret sayıyor:
“Adam kendi uzmanlık alanında kalmak yerine üzerimizde tepinmeye, sinir uçlarımızı harap etmeye çabalıyor.”
Naci Hoca’ya “Höst” demekle kalmıyor, parmak sallayarak tehdit ediyor, Hoca nezdinde toplumu:
“Yetsin bitsin artık bu hoyratlıklarınız, bu densizlikleriniz… Yetsin bitsin ki burada, birlikte bir arada yaşayacağımız ‘depremsiz bir alan’ hayali kurabilelim. Aksi halde ‘fay hattı’ derinleşecek.” (3 Kasım 2020; vurgular benden-era,)
Vaziyet bu minvalde seyrederek…
(Milliyetçiliğin aksine) Siyasallaşmış din/dincilik karşısında eleştirel duruştan sakınılmasının sebebinin, “din düşmanlığı yapılıyor” kutsalımıza saldırılıyor” suiistimaline fazlasıyla müsaitliği olduğunu sanıyorum…
Hepi topu iki yüz küsur yıllık mazisi olan, seküler ve tabiatıyla yerel olması beklenen milliyetçiliğe dahi ‘yan bakmak’ bile hadise olabilirken…
Asırlarca insanın tarihsel serüvenine eşlik eden, beynelmilel bir kutsal olarak dine dair kritiklerde bulunmanın baskılayıcı hassasiyeti elbette anlaşılabilir…
Fakat bunun, eleştirel karşı pozisyon alışın bir dilini, yolunu yordamını bulmak gerekmiyor mu?
Zira kamusal alanda mevzu etmemek, onun, dinin toplumsal realitedeki ağırlığını ortadan kaldırmıyor…
İşyerlerinde işçi ve emekçiler, yaşam alanlarında tüm toplum kuvvetli bir dini tazyik altında yaşıyor… hatta şekillendirilmeye çalışılıyor…
Buna mukabil ‘din-cilik’ hadisesine hayli mesafeli durulmasının bir değer -sahiden dikkat kesilmeyi hak eden- politik mazeret de galiba şu:
DİNCİLİĞİN HAYATIMIZI DOMİNE ETMESİNE DİRAYETLE CEPHEDEN KARŞI DURMAKTAN ALIKOYAN, SINIFI/HALKI ‘İNANÇ’ MERKEZLİ SAFLAŞMAYA İTEREK BÖLER KAYGISI (MI?)
Hiç değilse kimi kümeler için bunun, hemen tepemizdeki ara başlıktaki ifadenin geçerli olduğunu –hadi böyle diyelim- sanıyoruz…
Dedik ya; sahiden de kaale alınması gereken bir kaygı…
Zira siyasal İslamcılığın istediği tam da bu olur; tüm çelişkileri dinsel bağlama hapsetmek…
Emek-sermaye çelişkisi ile tezahürlerine, tüm toplumsal, kültürel meselelere ‘ilahiyatın’ gözlüğü ile bakmak; sorunun kaynağının da çözümünün de adresi olarak ‘dini’ göstermek:
Dünyayı/toplumu din merkezli saflaşmaya itelemek, taşımak… (Maazallah)
Özetlemeye çalıştığım bu hassasiyet bize iki yol bırakıyor:
Sosyalist solun ekseriyetinin yaptığı gibi din meselesini (ekstrem durumlar hariç) hiç gündeme almamak…
Ya da bahsedilen duyarlılıkları, hareket planının mutlak hassasiyet gerektiren, “dikkat uçurum!” tabelası olarak okuyarak net eleştirel pozisyon almak…
İkinci alternatif bana daha doğru geliyor…
Bu yazının bir muradı da zaten bunu denemeye girişmek... idi…
KAMİL KARTAL’IN ANLATTIĞI “MEKRUH” HADİSESİ DİNCİLİĞİN NASIL SINIF MÜCADELESİNDE EGEMENLERİN APARATI OLARAK KULLANILDIĞININ RESMİNİ GÖSTERİYOR
Epeydir bu minvalde bir şeyler yayımlamayı planlıyordum…
Muhtemelen çoğumuza Ahmet Arif’in “Bu havalarda dövüşenler de var” dizesini hatırlatan madenci eylemliği olmasaydı belki de ertelemecilik devam edecekti…
Soma Maden yürüyüşü dürttü, “bırak şu küçük burjuva müşkülpesentliği ile ‘acaba’ kararsızlığı salıncağında sallanmayı”, dedi, beni de yola revan etti… (Benim yola rahvan koyuluşum masa başında bitse de…)
Kamil Kartal henüz “Öyle mi Alay komutanı… Vallahi de billahi de korkmuyoruz” suyunu yüreklerimize serpmemişti…
Somalı maden işçilerinin seferî olduğunu duyunca, Bağımsız Maden İşçileri Sendikası’ndan Kamil Kartal’ı aradım..
Hoş beş… Gazânız mübarek olsun… Filan derken… Muhabbet Ermenek’teki vaziyete demir attı…
Evrensel’in haberinde (14 Ekim 2020) de okuduğunuzu umduğum o bilgiyi paylaştı:
İhbar tazminatını alarak işten atılan bir tek işçi yok. Bu gündeme gelince ortalık karıştı.”
Efeendim?!!
"Ermenek tarihinde kıdem ve ihbar tazminatı olan olmamış hiççç!!”
Nasıl yani?!!
Hani sendikal harekete dair iyi kötü, biraz gözlemim olmasa şaşkınlığım normal sayılabilir…
Bilenler bağışlasın; ilk kez duymuştum bu kadarını…
Merakım iyice tahrik oldu; nasıl?... Neden peki?... Nasıl olmuş bu?..
GEL DE İSYAN ETME KAPİTALİZMİN ŞU 'İLAHİ' YORUMUNA
Kamil Kartal anlatı:
“Dinen mekruh sayılmış kıdem tazminatı. Öyle gösterilmiş, inandırılmış… Hayırsever Müslüman iş adamından kıdem tazminatı istemek neredeyse haksızlık, ayıp sayılmış.”
Hayır, yanlış okumadınız:
Kıdem tazminatı mekruh!..
Hangisine yanmalı?
Emek-sermaye ilişkisinin fiilen dini referanslarla düzenlenmesine mi?
Kıdem tazminatının mekruh sayılmasına mı?
Peki mekruh?
Oxford İslam Sözlüğüne göre, “Kınanmayı hak eden, nefret edilesi, iğrenç, tiksindirici…” demek mekruh:
“Mekruh fiiller fıkhen [İslam Hukuku’nca] haram değildir, ancak engellenir. Müslümanlara mekruh fiillerden kaçınmaları öğütlenir, çünkü bu fiillerin sürekli ve ısrarlı yapılması günaha yol açar.” (***)
Zaten Gazzâli de Mekruh’un salt “kınanma ile bitmeyeceğine dikkat çekiyor…
Fakihler (fıkıhçı; İslam hukukçusu) arasında farklı manalarda kullanıldığını belirtiyor.
Misal veriyor:
“’Haram kılınan (mahzûr)’ anlamında. İmam Şâfiî çok defa, “Bunu kerih görüyorum” derken haramlığı kastetmiştir.” (****)
Çaresi?
Var; hatta ödülü de...
İslam Ansiklopedisi’nden okuyalım:
“Mekruh [sayılan] bu tür fiilleri Allah rızâsı için terk eden kimse övgüye lâyık olur ve sevabı hak eder.” (****)
Ermenekli işçi arkadaşlarımıza da kıdem tazminatı istemeyerek “sevaba” girmek istemişler…
Olan bu…
‘İHTİYACA BİNAEN DİNİ YORUM’ ÜRETMEK İKTİDAR SADECE ERMENKELİ MADEN PATRONLARINA MAHSUS DEĞİL, İTİDAR İLAHİYATI TEKNİĞİ OLARAK GÖRÜLMELİ
Peki (şayet sorunsa bu) sorun sadece Ermenekli (Kartal’ın yer vereceğimiz anlatımındaki) “hayırsever maden sahipleri”nin İslam’ı kendi çıkarına göre yorumlamasından mı kaynaklanıyor?
Bu kadar cinlik sahiden pes dedirtiyor ama bu hazretleri müstesna saymak (*****) adil olmaz…
Zira konuşsak bu muhterem “hayırsever” iş adamlarıyla bize, pekala “mekruh saydıracak” bir yorum yapabilir/yaptırılabilir…
Nitekim ben Tayyip Erdoğan’ın Camiler ve Din Görevlileri Haftası programında (6 Ekim 2020) yaptığı konuşmasını da böyle okudum…
Hani şu müminler arasında iş bölümü yapan konuşmasından bahsediyorum:
NE İKTİDARIN İLAHİYATI, NE DE İLAHİYATLARIN İKTİDARI
Erdoğan, o konuşmasında “Diyanet İşleri Başkanlığımızın görev alanının sadece cami ile sınırlı olduğunu düşünüyor” olmanın yanılgı olduğunu söylerken, son derece haklı olarak, yoruma hacet bırakmaksızın, Din-ayat’in müesses nizamın zihin zaptiyesi, iktidar aygıtı olarak halkın istenen denetimindeki rolüne işaret etmiş sayılmaz mı?
Keza…
Dinin devlet yönetiminde toplumsal kontrol aracı olarak konumlandırılışındaki misyonunu perçinleyen itirafı olarak görülebilecek konuşmasının devamında ne diyordu:
“Yaşadığımız onca provokasyona rağmen milletimizin birlik ve beraberliğinin korunmasında Diyanet İşleri Başkanlığımızın katkısı göz ardı edilemez.”
Kesinlikle… (Haklı)
Lakin farklı düşünen Müslümanların olduğunu da biliyoruz…
Onlara göre de İslam, mesela, halkın haksızlığa karşı teslimiyetini vaz eden değil, “mustazafların” isyanının dili olması gerekir…
Kim haklı?
Kur’an değil belki ama tarih ikisi de haklı (olabilir) diyor?..
Zira Hz. Ali’nin “Kur’an’ın dili yok ki konuşsun. Onun dili onu yorumlayanlardır” (******) sözünün kastı tam bu mudur, emin olamayız ama…
“Din/İslam tarihi yorumlar tarihidir.”
Öyle olmasaydı, İlahiyat kökenli Tarihçi Ahmet Yaşar Ocak’ın formüle edişiyle, “Osmanlı Devleti’nde ‘her şey devlet içindir; din de devlet içindir’” (******) olur muydu?
Oldu… Olmakla kalmadı, Osmanlı tarz-ı siyaseti fiilen Cumhuriyet’ dahil, bugünlere tevarüs etti.
Ecdat’ın izinde ihtiyaca binaen dini yorumlayarak İktidar ilahiyatı tesis edildi…
Keza… Hıristiyanlıkta da İslam’da da hep birden fazla farklı yorumların inşa ettiği dinler olmuştur…
Öyle olmasaydı Osmanlı’nın İslam’ına karşı Celalilerin, Şeyh Bedrettin ve Börklüce’lerin İslâmı… (Katolik Hıristiyanlığa karşı Müntzer’lerin Hıristiyanlığı…)
Selçukluların İslam’ına karşı (kimi tarihçiye göre Selçukilerin yıkılışında kritik rol oynayan) Baba İlyas’ların, Babaî İsyancılarınım İslam’ı olur muydu?
Oldu…
***
Ardışık ve düzenli olmasa da İktidar İlahiyatı yazılarına devam edeceğiz… (Var mısınız?)
Erdoğan’ın Din-ayat’in iktidar aygıtı olarak halkın denetimindeki rolüne işaret eden [“Milletimizin birlik ve beraberliğinin korunmasında Diyanet İşleri Başkanlığımızın katkısı göz ardı edilemez”, “Gerçek mümin acıyı bal eyleyendir.” gibi], tarihi ideolojik itiraf saydığım o konuşmasını kazıp eşeleyeceğiz…
Oradan hareketle yeni başlıklar açarak tartışmamızı sürdürmeyi deneyeceğiz…
Sahi Erdoğan’ın bahse konu o konuşmasında topa tutulan Macron’un, İslam’ın yapılandırılmasına dair söylediklerine itirazda esas nokta ne idi?
Fransız keferesinin İslam’ı yorum ve yapılandırma girişimi mi?
İslam’ın asla yeniden yorumlanamayacağı mı?
İkincisi ise pek isabetli sayılmaz.
Öyle olmasaydı mesele “Piyasa İslâmı”… “Neoliberal İslam” nereden çıkardı?
Bakacağız…
Ne ilahiyatın iktidarı…
Ne de iktidarın ilahiyatı!..
Demek için…
(*) Janus, bir yüzü sağa, bir yüzü sola bakan iki yüzlü Roma tanrısıdır(…) yüzlerden biri kentten içeri girenlere, öteki ise kentten çıkanlara bakar. Böylece kent güvenlik içinde yaşamasını sürdürür. (Vikipedi)
(**) Çulhaoğlu soruyor: “‘Türk-İslam sentezi’ deniyor. Bu sentezin bileşenlerinden ‘Türklük’ her tür serbest atışın hedefi olabilirken diğer bileşen İslam konusundaki çekiniklik nereden kaynaklanmaktadır?”; Akdeniz, Ege, milliyetçilik ve dincilik, İleri haber, 03 Ekim 2020; ayrıca yazarın aynı mecradaki şu yazısına da bakılabilir; Biraz 'İslamofobi' yapsak?, 31 Ekim 2020
(***) John L. Esposito, OxFord İslam Sözlüğü, Ayrıntı Yay. s. 236)
(****) https://islamansiklopedisi.org.tr/mekruh
(*****) Misal mi? Diyanet’in, İktidarın sosyo-ekonomik politikasının ihtiyaçlarına cevap vermek üzere aldığı “Bağzı faizlere” vize veren bildirimi kâfi mi?
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun, TOKİ'nin faiz işletilen sosyal konut projelerinin caiz olduğunu duyurmasından (14 Ocak 2020) söz ediyorum...
(******) Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün, Kelam Araştırmaları, Dinin Sol Yorumunun İmkânı… (https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/179922
(*******)Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler, Tarih Vakfı Yay.s.73.
BİR İŞÇİ ÖNDERİNİN SINIF ANALİZİ: ERMENEK MADEN İŞÇİSİ PROFİLİ
Ana yazıya da ilham veren Ermenek maden işçilerinin hali oldu…
Bağımsız Maden İşçileri Sendikası’ndan Kamil Kartal ile Somalı işçilerinin yola revan oldukları sırada telefonla konuşmuştum…
Anlattıklarının bir kısmını ana yazıda değerlendirdik… (bkz.)
Fakat ötesi de vardı; Kamil Kartal emektar işçi lideri olarak tarihsel maddeci perspektiften Ermenek ve maden işçisinin sınıfsal tahlilini yaptı, kısa telefon konuşmamızda…
Not aldım, Kartal’a yolladım; teyit etti...
Sadece ana yazıdaki tartışmamıza hayatın içinden, kanlı canlı pratiği özlü bir şekilde taşımasına istinaden değil…
Bir işçi önderinin işçi sınıfı biliminin metoduna yaslanmış bir sınıf analizinin yapılmış olmasını kıymetli bulduğum için de yayımlamak istedim…
Sınıf tartışma ve analizlerine girdi sağlamaya aday ipuçları barındıran bu kısa gözleme dayalı kompakt anlatımın misal olması dileğiyle…
Buyurun; Bağımsız Maden İşçileri Sendikası’ndan Kamil Kartal’ın Ermenek maden işçisi profilinin ana hatlarını veren anlatımı:
“Dağlık bir araziye kurulu Konta Ermenek madenci kasabası sayılır:
10 bin nüfuslu (Konya) Ermenek’te 1500 maden işçisi var. Çarp dörtle; ailesiyle birlikte 6000 kişi.
Madenci kasabası ama her maden işçisi ailenin ceviz, kiraz filan yetiştirdiği küçük arazisi var.
Çiftçilikle uğraşması madende üç kuruşa çalışmayı katlanır kılmış.
‘Üç kuruş’ diyorum ama çoğu zaman onu da tam alamamışlar.
Madenlerde 6-7 ay, hatta 13 ay maaş alamadan çalışmış işçiler. Sigortalarının yapılması onlara yetmiş.
Çünkü sigortalı oldukları sürece ailesini hastaneye götürebilmeyi nimet saymışlar.
Bu arada herkes akraba. Zaten iki aile madenlerin sahibi.
Neredeyse dönüşümlü olarak belediyeyi de ellerinde tutuyorlar.
Maden sahipleri gidip gelmiş cami yaptırmış…
Umreden dönmüş okul yaptırmış…
Maden işçisinin gözünde de hayırsever Müslüman olmuş.
Öyle olunca maaş ödemiş ödememiş, bir yerden sonra önemi olmamış.
Yeter ki sigortası yatırılsın…
Zaten bir de ana babasına fakirlik kâğıdı çıkarmış.
Kıdem tazminatı mı?! Yakın zamana kadar neredeyse haberleri yok gibiydi; zaten kıdem tazminatı alan olmamış şimdiye kadar.
Dinen ‘mekruh’ sayılmış kıdem tazminatı. Öyle gösterilmiş, inandırılmış…
Hayırsever Müslüman iş adamından kıdem tazminatı istemek neredeyse haksızlık, ayıp sayılmış.”
Evrensel'i Takip Et