16 Kasım 2020 23:45

Sermayeye reform halka acı reçete!

Erdoğan konuşuyor

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Son birkaç gündür Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “reform” açıklamalarıyla yatıp kalkıyoruz.

Sarayın medyadaki sözcülerinden Abdülkadir Selvi, Cumhurbaşkanının son 4 günde bir yıl boyunca yaptığından daha fazla hukuk devleti ve reform vurgusu yapmasını bize büyük bir müjde gibi veriyor.

Peki, acaba ne oldu da daha düne kadar her fırsatta “Hiç kimse ülkemize demokrasi, insan hakları ve özgürlükler dersi veremez” diyen Erdoğan şimdi ekonomi ve hukukta yeni bir reform döneminden söz etmeye başladı?

Daha önemlisi Erdoğan’ın söz ettiği reformlar Saray’ın yarı resmi bültenlerine dönüşen medya organlarının iddia ettiği gibi gerçekten halkın yaşam standartlarını iyileştirmeyi mi amaçlıyor?

Bu soruların yanıtını vermek için önce Erdoğan’ın “reform” derken aslında neden söz ettiğine dönüp bakmak gerekiyor.

Ne diyor ekonomide reform konusunda Cumhurbaşkanı?

“Ekonomideki yeni dönemin ruhuna uygun şekilde temel hakların korunmasından mülkiyet hakkının geliştirilmesine kadar pek çok ilave hükümleri ilgili tüm taraflarla istişare ederek bu eylem planına derç edeceğiz.”  

Şimdi sorumuz şu: Sizce Erdoğan mülkiyet konusunda temel hakların korunmasını ve mülkiyet hakkının geliştirilmesini hangi taraflarla istişare edip eylem planına derç edecek (yazacak)?

Asgari ücretle çalışan ya da ücretsiz izne çıkartılan, kirasını, elektrik, doğal gaz faturasını bile ödeyemeyen işçilerle mi?

Kredi borçlarını ödeyemeyip iflasın eşiğine gelen yüz binlerce küçük esnafla ya da küçük üreticilerle mi?

Elbette değil.

Çocuğuna kışlık elbise, ayakkabı alamayan, kışın nasıl ısınacağını kara kara düşünen emekçi halk ne yapacak mülkiyet hakkının geliştirilmesini?

Demek ki, Erdoğan mülkiyet hakkıyla ilgili istişareden söz ederken yerli ve yabancı sermaye örgütleriyle görüşmeler yapmaktan ve bu hakkın geliştirilmesinden söz ederken sermayeye, patronlara yeni teşvikler, yeni imtiyazlar vermekten söz ediyor.

Çünkü ekonomik kriz ve siyasi açmazları nedeniyle sıkışmışlık yaşayan tek adam iktidarı, bu kriz ve açmazları aşmak için yeni teşvik ve ayrıcalıklar tanıyarak yerli ve yabancı sermayenin desteğini arkasına almak istiyor.

Tıpkı 2016’daki darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL döneminde yaptığı gibi.

Darbe girişimi ve OHAL ilanının ardından 3 Ağustos 2016’da Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Uluslararası Yatırımcılar Derneğinin (YASED) 200 sermaye grubuyla yaptığı toplantıda sermaye gruplarının temsilcilerine şöyle seslenmişti Erdoğan: “14 yıldır bizimle birlikte yol yürüyen hiçbir uluslararası yatırımcı, bu ülkede kaybetmemiştir. Tam tersine sürekli kazanmıştır, bundan sonra da kazanacaktır(…) Yatırımcılara zarar verecek, yatırımcıları üzecek hiçbir işe kalkışmayız. Başta şahsım, izin vermeyiz. Bu yönde hiç endişeniz olmasın.”

Şimdi de aynı şeyi yapıyor, “reform” diyerek bu sermaye gruplarına yeni güvenceler vermek istiyor.

O yüzden Cumhurbaşkanı “hukuki düzenlemeler”, “yargı reformu” derken ne ‘yargı bağımsızlığı’ndan, ne de ‘adil yargılanma’dan söz ediyor. Aksine sermayeye yeni güvenceler vermeye yönelik idari düzenlemelerden söz ediyor.

Bunu nereden mi biliyoruz?

Cumhurbaşkanının ‘insan hakları eylem planı’ konusunda söylediklerinden anlıyoruz. İnsan hakları eylem planına özellikle ehemmiyet veriyoruz, eylem planında zaten belli bir aşamaya gelinmişti” diyor.

Şöyle bir dönüp bakalım insan hakları eylem planında gelinen aşamaya:

Öyle bir aşamadayız ki; Meclis Başkanı, Cumhurbaşkanının talimatı ile milletvekilleri hakkında fezleke hazırlatabiliyor, cumhuriyet savcıları Cumhurbaşkanının talimatı üzerine kapanmış dosyaları yeniden açıp siyasetçileri tutuklamanın gerekçesi yapabiliyor.

Sonra Van’da köylülerin askerler tarafından linç edilerek öldürülmesi bile İçişleri Bakanı tarafından “Terör örgütüne yardım ediyorlardı” sözleri ile savunulabiliyor ve valilikler birçok kentte artık rutin bir şekilde her türlü demokratik hak ve eylemi her ay yeniden yasaklıyor.

Öte yandan barolar, TTB, emek ve meslek örgütleri hedefe konuyor, cam işçilerinin grevleri yasaklanıyor, hakkını almak için yürüyen madencilerin önü jandarma tarafından kesilebiliyor.

Görüldüğü gibi insan hakları eylem planı konusunda katedilen mesafe say say bitmiyor!

Şimdi gelelim tek adam iktidarının sermayeye reform vaadinden halkın payına neyin düştüğüne.

Bu sorunun da yanıtını yine Cumhurbaşkanı Erdoğan veriyor: “Yaşadığımız kritik dönemin ruhuna uygun şekilde, gerekiyorsa devlet ve millet olarak fedakarlık yapmaktan, acı da olsa doğru reçeteleri uygulamaktan kaçınmayacağız.”

Yani sermayeye verilen güvencelerden halkın payına düşen acı reçete oluyor.

Nedir bu acı reçete?

Daha fazla işsizlik, daha ağır çalışma koşulları, daha düşük ücretler, daha fazla zam ve vergiler.

Ancak Cumhurbaşkanının unuttuğu bir şey var: İşçi sınıfı ve emekçi halk kitleleri, ekonomik kriz ve sermaye yanlısı politikaların acı faturasını zaten yıllardır ödüyor.

Sonuç olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan tekelci sermayeye reform vadederek sadece güvence vermiyor, daha fazla kâr ve sömürü için de kefil oluyor. Bu ekonomi politikalarının acı faturasını da halka ödettirmek istiyor. Sermayeye reform, işçi-emekçilere acı reçete dayatması tek adam iktidarının hangi sınıfın çıkarlarını savunduğunu da bütün açıklığı ile gözler önüne seriyor.

Az gittik, uz gittik. Gide gele Derviş’in 2001’deki acı reçetelerine geri döndük. Demokrasi ve hukuk alanında ise, iktidarın bir zamanlar halkı korkutmak için kullandığı ’90’lı yılları arar hale geldik.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa