20 Kasım 2020 23:27

Vekâlet hakimiyeti

Erdoğan konuşuyor

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Her gün biraz daha netleşen vaziyet karşısında insanın nutku tutuluyor; ülkede demokrasi mi var, yoksa monarşi ya da doğrudan diktatoryal bir rejim mi? Gerek yönetim kademesinde gerek tabanda ne kadar ittifak olduğu belli olmayan bir Cumhur İttifakı var, ama galiba serlevhasından başka ortada bir ittifak gözükmüyor. Belki de aralarındaki tek ittifak, ortakların talep ve isteklerini ya da çevreye vermek istedikleri mesajları “sahibinin sesi” olarak kullandıkları vekilleri marifetiyle icra ediyor olmalarıdır. Bu bir devlet yönetimi mi, yoksa kabile güdülmesi mi, herhalde gelecek nesiller sosyal antropologlardan detayını öğreneceklerdir. Ama ben hicap duyuyorum!

Artık ortalık netleşiyor; Türkiye’de tüm kamu makamları özgürlüğünü yitirmiş ve bir merkeze bağlanmıştır. Merkez tüm isteklerini ya da aklına göre uygun olanı kamusal ajan görüntüsünde vekiller tarafından gerçekleştirmektedir. Ceza sistemi de, mükafat ya da mücazat sistemi de, medya süreci de kişileştirilerek merkeze bağlandığı halde, ilgili vekil veya organ tarafından icra ediliyor görüntüsü verilerek şekilsel koşula büründürülüyor.

Anlaşılan vekalet sistemi o denli aleni oldu ki, Trump giderken, örnek alınmasın korkusuyla, sistemin üzerine yeni boya atılmaya çalışılmaktadır. Adalet, eğitim falan gibi düşünülmeden irticalen akla gelen kurumların yeniden yapılanacağı dillendirilmektedir. Tabii,  saygı gereği, bizler de bu duaya “amin” demekle yetindik. Zaten dualar da olmayacak olgular için olduramayacaklar tarafından yapılır ya! Öyle ya, dile kolay koca bir 18 yıl geçmiş, çıraklık, vs. dönemlerinde tüm görevler hakkıyla hatmedilmiş, işin sonu gözüktüğünde bu kez de topluma “beklenti” şurupları içirilmeye çalışılıyor.

Tek adam yönetim projesinin tutmadığının ve ülkeyi felakete sürüklediğinin en bariz göstergesi ekonomi alanı ve piyasalardır. İnsanlığa layık görülmüş ne büyük bir nimettir şu piyasa denen oluşum ki, turnusol kağıdı gibi gerçek akıl ile olduğu zannedilen akıl arasındaki derin farkı derhal ve hiç gözünün yaşına bakmadan ortaya koyuyor ve bu muazzam ani ve şeffaf göstergesel özelliğiyle tüm otoriteyi hak ile yeksan edebiliyor.

Ekonomi alanında her krizde bir teori ortaya sürülebilir. Türkiye’nin yaşadığı krizde de faiz haddi ile enflasyon arasında bir teori denemesi yaşandı. Tutmayacağı belli idi, ama ısrar edildi. Peki, ne oldu? Israrla bastırılan yere geri dönüldü, üstelik de Merkez Bankasını neredeyse eriterek. Değdi mi? Evet, servetine servet katanlara değdi. Peki, ekonomi gerilerken birileri servetine servet katıyorsa, bu nereden geliyor? Tabii ki, servetinin eridiğini fark edemeyen güzel halkımdan geliyor. Bu trajediyi fark eden kamu yandaş ve çevreleri niçin susar? Belki ayrılıp, kendi partilerini kurmak için, olabilir mi?

Faiz yükseltildi, tabii ki, komutla yükseltildi. Demek ki, görevden alınan başkana “İndir” dendiğinde faizi indirdiğine göre, görevden almadan da “Yükselt” denmiş olsaydı, o da yükseltirdi. Peki, insanlara ve kurumlara yazık olmuyor mu, niçin değiştirildi? Çünkü trajediyi gözlerden uzak tutmanın bir yolu bulunmalıydı; daima vitrini, görüntüyü ve algılamayı değiştirmek gerekiyor ki, işler yürüyor, hem de fevkalade objektif ve bilimsel-yönetsel kurallara göre yürüyor görüntüsü oluşsun.

Ne var ki, piyasa ekonominin ve siyasetin işleme koşul ve durumlarını, kimsenin gözünün yaşına bakmadan yansıtır. Faiz yükseltildiğinde döviz nasıl hareket etti? Sadece dalgalandı, fazla bir değişim yaşanmadı ve bir süre sonra eski yerine dönecektir, çünkü ortopedik yöntemlerle zorlayarak çarpık bir vücudu düzeltemezsiniz. Türkiye’de mesele artık salt ekonomiden de çıkmıştır. Ekonominin yanlış yönetimi siyaseti etkilemekten çok, günümüzde ısrarla dayatılan yanlış siyaset ekonomiyi çökertmektedir. Hep aynı noktaya geliyoruz: “Neşe’nin saç kepeğini kafasını keserek önledik” misali, gerek kap-kaç burjuva gerek siyasi hırsı besleyen çakma hukuk insanlarının tek adam yönetimi ile ülkeyi getirdiği uçurumun başı işte budur. Akıllarına göre, ekonominin gereklerini hızlı karar alarak yerine getirme çarpık algılamasıyla, siyasi harislerin de itkisiyle kurdukları sistemde şunu algılayamadılar ki, firma düzeyinde yürütülen işlerin, oluşan kâr ve zararların toplumsal dönüşümü paralel değildir, çoğu zaman da terstir.

Bu gidiş siyasi ifadelerle vites ya da araba değiştirmeyle çözülemez, duruma cerrahi müdahale gerekir; sistemin değişmesi, hiç değilse kısa dönemde kadronun, zihniyetin değişmesi olmazsa olmaz koşuldur. Umalım, acı reçete güzel halkımı, özellikle de emekçileri olay ve siyasi kararlar üzerinde biraz zorlar. Derler ya “Her işte bir hayır vardır!”.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa