Kısır döngü

Tan gazetesi | Fotoğraf: Wikimedia Commons
4 Aralık 1946 Türkiye’nin acılarla dolu gazetecilik tarihinin ilk halkalarından biridir. O gün tek parti iktidarınca da desteklenen üniversite gençliği “Komünistler kahrolsun, komünistlere ölüm” diyerek Babıali yokuşundaki Tan Matbaası’na yürüdüler. Gazete sahipleri ve çalışanları uyarıldıkları için binayı terk etmişlerdi. Kendilerine milliyetçi gençlik yaftasını yakıştıran kalabalık grup matbaaya girdiler, makineleri kırdılar, bobinleri sokağa döktüler. Bununla da yetinmediler. Gazetenin ortaklarından biri olan Ahmet Emin Yalman’ın Vatan gazetesine de gittiler. Ardından da Beyoğlu’daki yabancı yayınlar satan iki yayınevini de yok etmek için Beyoğlu’ya yöneldiler. Neyse ki vilayetin köprüyü açtırmasıyla kalabalığın büyük bir kısmı Tünel’e geçemedi.
Peki, neydi gençleri bu kadar galeyana getiren olay? Daha önce de işaret ettiğimiz gibi ortada olay falan yoktu. Tan gazetesi Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel, Halil Lütfü Dördüncü ve Ahmet Emin Yalman’ın ortaklığında çıkan bir gazeteydi. Gazetenin ünlü yazarları vardı. Bir hayli de okuru. Bu gazetede tek parti iktidarına en çok rahatsızlık veren Yazar Sabiha Sertel’di. Onun sosyalizm üzerine, hak ve özgürlükler üzerine yazdığı yazılardan tek parti iktidarı olduğu kadar sağ kesimler de rahatsız oluyordu.
Bir sabah Tanin Gazetesi Sahibi Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Kalkın Ey Ehli Vatan, Vatan Elden Gidiyor” başlıklı yazısı tezgahlanmış, önceden hazırlanan saldırının başlaması için işaret fişeği işlevi görmüştü. Ne gariptir ki, yeni kurulan Demokrat Partiyi desteklemek amacıyla yola çıkan Tan gazetesini harabeye çevirenleri harekete geçiren Hüseyin Cahit Yalçın, Demokrat Parti iktidarında CHP organı Ulus gazetesine yazdığı bir yazıdan dolayı 79 yaşında hapse atılacak, zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın müdahale etmesiyle demir parmaklıklar ardından kurtulabilecekti.
Dönemin İstanbul Valisi Lütfü Kırdar galeyana gelen saldırganların asıl ele geçirmek istedikleri “Kızıl Dudu” dedikleri Sabiha Sertel’i korumak amacıyla Kadıköy vapur seferlerini iptal ettirmişti. Serteller uzunca bir süre evlerine gidemediler. Ortalık yatışana kadar yakın tanıdıklarının evlerinde konuk oldular. Bütün bu olaylardan sonra saldırganlar hakkında ne yapıldığı, kimlerin mahkum edildiği çok da belirgin değil, tarihler pek yazmıyor. Ama adalet o günlerde de tersine işliyor, saldırganlar değil Gazetenin Patronları Halil Lütfü Dördüncü, Zekeriya Sertel ve Sabiha Sertel mahkemeye çıkarılıp üç ay hapse mahkum oluyorlar. Yine de adaletin insafı varmış o dönemde. Gazete çıkaranları sırf gazetecilik yaptıkları için uzun süre de hapiste çürütebilirlerdi.
Tan Olayı ülkemde pek konuşulan yazılan, çizilen olaylardan değildir. Hatta iletişim fakültelerinin çoğunda da öğrencilere Tan olayından hiç söz edilmez. Bu yazı çerçevesinde adlarını vermek istemediğim pek çok kişi saldırganlar arasında yer almış ve o zamanların sağcı ve aşırı milliyetçisi bu isimler sonraki yıllarda siyasette, gazetecilikte önemli yerlere gelmişlerdir. Merak edenler günümüzün dijital dünyasında, medya arşivlerinden çoğu artık hayatta olmayan bu isimlere kolayca ulaşabilirler.
Babıali’den Sirkeci’ye inerken sağ kolda Halil Lütfü Dördüncü Hanı’nı göreceksiniz. O Hanın alt katında 4 Aralık 1946’yı hatırlatan çeşitli materyallerin sergilendiği bir galeri de vardır. O galeride Tan gazetesi yazarları ve olayı etraflıca anlatılır.
Demokrat Parti iktidara geldiğinde İzmir’de de “Demokrat İzmir Gazetesi” kurulur. Siyasi bir gazetedir ve Demokrat Partiyi desteklemektedir. Ancak Demokrat Parti iktidara geldikten iki yıl sonra bu gazete kapatılır. Sahibi Adnan Düvenci hapse atılır. Nedeni, destekledikleri iktidarın sansüre başlaması, iktidarın vaatlerini tutmaması, özgürlükleri kısıtlaması gibi iktidar tutumlarını eleştirmekte yatar. Dolayısıyla cumhuriyetten bu yana iktidarı hangi parti temsil ederse etsin durum değişmez. Eski deyimi ile matbuatın, yeni deyimi ile medyanın asli görevi olan halkın nasıl yönetildiği konusunda bilgilendirilmesi işlevini yerine getirmesine izin verilmez. Bilirler ki, halka gerçekler, doğrular anlatıldığı takdirde, oturdukları koltuklara yapışıp kalamazlar. Bunu yapan gazeteleri ya kapatırlar ya da sorumlularını hapse atarlar.
Bu hiç değişmez. Bugün de hak ihlallerinin birbirini izlediği ülkemizde Selahattin Demirtaş’ın, Osman Kavala’nın, Ahmet Altan’ın uzun yıllara ulaşan tutukluluklarına şaşmamak gerekir. Çünkü derin devletin elinde adalet mekanizması özgür değildir. Derin devletin elinde milletvekilleri de özgür değildir. Hatta siyasi partiler içinde partililer de genel başkanlarına karşı özgür değildir. Peki, bu düzen değişir mi? Değişecek elbette. Ama değişse de bu sindirilmiş, korkutulmuş ve avantaya alıştırılmış toplulukla bu değişimin epey bir zaman alacağı kesin. Özetle bizim kuşak göremese de çocuklarımız, torunlarımız görecek. Bundan eminim.
Orhan Veli Kanık şiirimizin doruklarında dolaşan bir yazın adamıydı. Kimi sanatçılar gibi onun da ileriyi görme yeteneği bir hayli yüksekti. Gelin bu yazıyı Orhan Veli’nin “Pireli Şiir”i ile bağlayalım.
Bu ne acaip bilmece
Ne gündüz biter ne gece
Kime söyleriz derdimizi
Ne hekim anlar ne hoca
Kimi işinde gücünde
Kiminin donu yok kıçında
Ağız var kulak var burun var ,
Ama hepsi başka biçimde
Kimi peygambere inanır
Kimi saat köstek donanır
Kimi katip olmuş yazı yazar
Kimi sokaklarda dilenir
Bu düzen böyle mi gidecek
Pireler filleri yutacak
Yedi nüfuslu haneye
Üç buçuk tayın yetecek
Karışık bir iş vesselam
Deli dolu yazar kalem
Yazdığı da ne
İpe sapa gelmez kelam
Evrensel'i Takip Et