Bir kefalet senedi olarak anayasa

Sened-i İttifak’ın tam metni | Görsel: Wikitarih
Eylül 1808’de Sened-i İttifak adı verilen ve imparatorluk düzenine ilişkin radikal değişiklikler getiren kefalet sözleşmesi hem Sadabat Sarayı’nda toplanan meclis hem de padişah tarafından imza edildi. Böylece taşra âyanı padişahın şahsında temsil edilen merkezi devleti korumaya yemin ederken, padişah da âyanın denetim altında tuttuğu mülkünü ve bu mülkün âyanın ailesi tarafından tevarüs edilebilmesini garanti ediyordu. Belge âyan ailelerini de “hanedan” olarak tanımlaması açısından Osmanlı arşivinde müstesna bir yere sahip.
Âyanla padişahı devletin ortakları olarak aynı zeminde hukuki bir akdin tarafları olarak gören bu belgenin fermanlar gibi kamuya açıklanmaması, içeriğinin sadece toplantıya katılan tarafların bilgisi dahilinde olması bu açıdan şaşılacak bir şey değil. Nitekim, senedin ömrü de onu üreten siyasi ittifak gibi uzun olmadı ve belge uygulamaya konulmadı. Ancak uzun vadede belgeyi Tanzimat ve meşrutiyetin bir öncülü, bir habercisi olarak görmek mümkün.
Senedin padişahın çok zayıf bir anında imzalandığını akılda tutmak gerekir. IV. Mustafa tarafından idam edilmemek için saklandığı yerden çıkartılıp tahta oturtulan 23 yaşındaki Mahmud’un ruhsal durumunu hayal etmeye çalışabiliriz. Âyanın saray görgüsüne yabancılığını aktaran Tarihçi Şanizade, Alemdar Mustafa ve şürekasının Mahmud’un Has Oda’sına ellerindeki silahlarla girdiklerini aktarıyor. Kendisini sultan ilan etmek isteyen âyana silahlarını dışarıda bırakmalarını söyleyen Mahmud’un aklında kuşkusuz saray adabının ötesinde ölüm korkusu da olmalı.
Ulemadan Feyzibeyzade Mehmed Efendi’nin aktardıkları da hem Sened-i İttifak’ın gizliliği, hem de Osmanlı protokolünün hadisenin acayipliğini nasıl örtmeye çalıştığını görmek açısından ilginç. Mehmed Efendi arkadaşı Çelebi Efendi ile beraber Kağıthane’deki toplantıya davet edilir. Kahvaltıyla davete başlayan alimler akşama kadar sohbet ederler, akşam yemeği yerler ve sonunda toplantının dağıldığı söylenerek evlerine gönderilirler. Mehmed Efendi’nin aklı karışmıştır: Sırf yiyip içtiği ve görüşmelerine katılmadığı bir toplantıya neden davet edilmiştir? Sonunda toplantının sırlarına hakim bir ahbabına bu soruyu sorar. Ahbabı da toplantıya katılan herkesin genç ve siyah sakallı olduğunu, bundan ötürü ak sakallı bazı yaşlıları da davet etmek zorunda kaldıklarını açıklar. Ak sakallı katılımının yabancı devletlerin gözünde devletin itibarını kurtaracağı düşünülmüştür.
Eylülden kasıma gelindiğinde ise Alemdar’ı iktidarda ne ak sakallılar ne de edilen yeminler tutamayacak ve bir hafta süren bir Yeniçeri isyanı sonunda çiçeği burnunda sadrazam can verecektir. Alemdar Yeniçeriler’le çatışırken II. Mahmud’un kılını kıpırdatmaması, padişahın bu sonradan görme sadrazamdan kurtulmak istediği şeklinde yorumlanmıştır. Sultanın Alemdar sonrasındaki siyaseti bu zannı güçlendirir. Nitekim Mahmud bir daha Sened-i İttifak’ın lafını bile etmeyecek, Alemdar’ın Rusçuk’taki rakibi olan Pehlivan İbrahim Baba Ağa’yı vezir tayin ederek gözüne kestirdiği âyanın üzerine salacaktır. Bu operasyonların bazıları kısmen ve büyük maliyetle başarıya ulaşacak, bazıları ise Mehmed Ali Paşa örneğinde olduğu gibi neredeyse Mahmud’un tahtına mal olacaktır. Her halükarda günümüzdeki siyasi krizlerin kökenini anlayabilmek için Mahmud’un merkeziyetçi hamlelerinin tarihini çalışmak elzemdir.
Peki gizli saklı görüşülen ve bağıtlanan, yürürlüğe bile girmeyen Sened-i İttifakı nasıl değerlendirmek gerekir? Ali Yaycıoğlu senedi yorumlarken Slavoj Žižek’in “kaybolan ara bulucu” kavramına başvurur: Belge siyasi bir krizi çözmeye hizmet etmiş ve sonrasında kaybolmuştur. Önümüzdeki hafta tartışacağım gibi cumhuriyet tarihinde de rastladığımız gizli ve açık mutabakat belgelerinin belki de ilk örneğidir, ancak bunlardan önemli bir açıdan farklılaşır: Biçim olarak İslam hukukunun içinde özel kişiler arasında yapılan bir işlemden türetilmiştir.
Yaycıoğlu’na göre Sened-i İttifak Hanefi hukukundaki kefalet işlemi olarak tanımlanmıştır ve böylece özel kişiler arasındaki bir işlem genel bir anayasal prensip türetmek için kullanılmıştır. 18. yüzyıl boyunca merkezi devletin vergi yükümlülükleri konusunda yerel topluluklardan talep ettiği kefalet, böylece tüm imparatorluğu birbirine bağlayan bir kurum olarak işletilmiştir. Bu tespit Yaycıoğlu’nun finans ilişkilerinin imparatorluğun tutkalı olarak işlev gördüğü tezini hukuk düzleminde doğrulayan önemli bir bulgu. Bölgemizde kapitalist devletin ortaya çıkışına dair de önemli ipuçları sağlıyor. Doğan Avcıoğlu’ndan bu yana hakim görüş haline gelen kapitalizmin Osmanlı devletine İngiltere tarafından 1839 Ticaret Anlaşması’yla empoze edildiği iddiası Yaycıoğlu’nun çalışmasıyla açık bir şekilde yanlışlanıyor. Böylece kapitalizmi Batı Avrupa, özellikle İngiltere’de doğup, dünyanın geri kalanına yayılan bir olgu olarak görmek yerine başından itibaren küresel bağlantılarla gelişen bir toplumsal ilişkiler ağı olarak değerlendirmek mümkün hale geliyor. Yaycıoğlu’nun gösterdiği gibi kapitalizm Osmanlı coğrafyasında Tanzimat’ın hukuk reformlarından çok daha önce yerleşmiş, şeriat hukukunda da önemli icatları tetiklemiştir. Bu doğrultuda geliştirilecek bir tarihyazımının sadece Osmanlı değil, tüm dünya ölçeğinde kapitalizmin tarihine katkı sunacağını düşünüyorum.
Evrensel'i Takip Et