8 Aralık 2020

Karantinada tecrit

Fotoğraf: Twenty20

Farklı sözlükler yılın kelimesi olarak, COVID-19 pandemisi ile bağlantılı olanları seçti bu sene. Öne çıkanlar pandemi, tecrit, karantina...

Benim tercihim ise ‘karantinalı tecrit’. Karantinanın bu süreç için tek başına yeterli olamadığı kanaatindeyim. Hatta bu yüzden Cambridge sözlüğü, “Karantinanın yeni bir anlam kazandığına” atıfla eski tanımına ek yapıldığını duyurmuştu daha  pandeminin erken döneminde. Cambridge sözlüğünde yeni hali ile ‘karantina’ şöyle yer alıyor:  “İnsanların bir hastalığa yakalanmamaları veya hastalığı yaymamaları için, evlerini terk etmelerine veya özgürce seyahat etmelerine izin verilmeyen genel bir zaman aralığı”.

Bazen tek bir sözcük bir devri tanımlamaya yeter de artar bile. Sahi, nasıl oldu da zora dayalı ve bir o kadar da rıza temelli eve, köye, şehre ve tek bir ülkeye kapanmanın ötesinde kendimizi tecrit eyledik!

İngilizce yayımlanan Collins sözlüğü ise yılın kelimesi olarak “tecrit”i seçmiş olup sözcüğün “Dünyadaki insanlar için birleştirici bir deneyimi temsil ettiğini” belirtmekte. Collins, “2020’de tecrit altında, normal kamusal yaşam askıya alındı ve çok az insan ve daha az yer gördük” demenin ötesinde tecridin artık “bir halk sağlığı önlemi” olarak görüldüğünü ifade etmekte.

Oysa pandemi öncesinde ‘tecrit’ ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak ele alınırdı. Nereden nereye demek değil meramım. Yeni kelimelere ihtiyacımız var yeni tanımlar için.

Pandemi denince COVID-19 virüsü akla gelse de alınan önlemler bağlamında misal tecrit pandemisinden de söz etmekte yarar var.

Tecrit uzun yıllardır dünyada olduğu kadar ülkemizde de bir cezalandırma yöntemi olarak başta cezaevlerinde olmak üzere yaygınlaşmıştı. Bu bağlamda gerek insan hakları kurum ve aktivistleri, gerekse halk sağlığı ve psikiyatri başta olmak üzere farklı tıp disiplinlerince eleştirilmekteydi.

Bizde özellikle F Tipi cezaevleri bu bağlamda “tabutluk” olarak da anılmaya başlanmıştı.

Misal, İHD yapıldıkları ilk günden bu yana F tipi cezaevlerini tecrit uygulaması olarak görmüştü. Göz atacak olursak İHD metinlerinde şöyle ele alınmıştı: “Tecrit, tek bir kişinin kapalı bir mekanda, ortak alanlardan yararlanmaksızın ve günün makul bir bölümünü başka mahpuslarla sosyal ve kültürel iletişim kurmaksızın geçirdiği durumdur. Birden çok kişiden oluşan küçük bir grubun, belli bir birimde yine günün makul bir bölümünü başka mahpuslarla sosyal ve kültürel iletişim kurmaksızın geçirdiği durum da, “küçük grup tecriti” olarak nitelenmişti. Yine gerek insan hakları kurumları gerekse sağlık meslek örgütleri “Tecrit, Avrupa cezaevi standartları bakımından bir işkence yöntemidir ve insan sağlığı bakımından getirdiği sonuçlar da, işkencenin getirdiği sonuçlarla aynıdır” demekteydi.

Geldik bugüne...

Bir yanda ülkede ve dünyada zora dayalı ama bir o kadar da rıza gösterilen tecrit, diğer yanda F Tipi başta olmak üzere cezaevlerinde süregiden bir insan hakları ihlali olarak ek tecrit.

Böyle bir ahvalde cezaevlerinin yeni sorunlara yol açmayacak şekilde gözden geçirilmesi gerekiyor. Aksine, insan hakları kurumlarının gözlemleri ise kaygı verici.

Tecritte ek tecrit yani cezaevi gerçeği geçmişte görülmedik yeni bir sorun. Doğası gereği olası sonuçları çok daha ciddi olabilir. Bizim evde gönüllü tecritlerimiz onlar için bir ek tecrit olarak “işkenceye” zemin hazırlayabilir. Vicdani ve etik sorumluluğumuz daha artıyor bu nedenle.

Sağlıcakla kalın.

Evrensel'i Takip Et