09 Aralık 2020 23:09

Bulamamak

Taksim Meydanı'nın yukarıdan görünümü

Taksim Meyadanı | Fotoğraf: DHA

Paylaş

Çocukken yokuşlarını tırmandığımız Sultanahmet, Draman, Fethiye sokakları, minik boyumuzla ölçtüğümüz bahçe duvarları çok büyük kalmış hayalimizde. Soğuk kış gecelerinde çakırkeyf İsmail amca kayıp da düşmesin diye mi bilmem, kocaman taşlarla örülmüş yokuşlar. Hani o kim bilir hangi kader mahkumunun nesi pahasına kırdığı koca kaya kırıntılarından örülmüş sokaklar. Sokakların iki tarafına dizilmiş, bazısını dedemin yaptığı iki katlı bahçeli evler ve aralara sıkışmış Karadeniz göçmenlerinin yaptığı 4 katlı beton binalar.

Ve okulum. İlkokulum. Tek katlı, kırmızı tuğlalı, dik çatılı, az sınıflı güzel bahçeli güzel okulum. Tam karşısında bahçesinde Karaoğlan Kartal Tibet’i, Baybora Reha Yurdakul’u, Sami Hazinses’i, “Atıl Kurt’u” izlediğimiz Karaoğlan-Baybora’nın oğlu filmlerinin çekildiği şimdinin camisi, 1500 yıllık Bizans geçmişi ile bir zamanların kilisesi. Karagümrük’e doğru çıkan yokuşun üst başındaki cumbalı evin penceresinden yokuşu 8 yönden seyreden asırlık büyük ninem.  Büyük ninemin hiç susmayan saka kuşu.

Surların dışına çıktığımızda şehirler arası yola gidiyormuşuz hissi ile dolmuşun penceresinden seyrettiğimiz Merter’in ilk yüksek binaları, yanında boylu boyunca uzanmış, o zamanlar içerisinde neler olup bittiğini bilmediğimiz tekstil fabrikaları. Daracık yoldan sürtüne sürtüne geçen minibüsle ulaşıp, paramız yetmediği için giremediğimiz Ataköy Plajı’nın hemen dibinden donla denize atladığımız Bakırköy sahili. Biraz büyüyünce hele bir tadına bakalım diye gidip sonradan müdavimi olduğumuz şimdinin tavuk dönercisi, o zamanın İstiklal Caddesi’nin Arjantin’i.

Oğluyla beraber şöyle bir dolaşalım diye gittiğimiz Sulukule’de bizi basıp, görmezden gelmek zorunda kalan dönemin asayiş şube müdürü kamp komşumuz müdür amca. Balkonunda don, gömlek dolaştığını görme ayrıcalığını yaşadığımız balkon komşumuz Okul Müdür Yardımcımız Savcı’nın babası kravatlı, sert suratlı Hamza Hoca.

Kimin neci olduğunu bilmediğimiz, sormadığımız, merak bile etmediğimiz sokak arkadaşlarımız, okul arkadaşlarımız, geceleri bile paylaştığımız komşularımız. Komşulara ayıp olmasın diye, aldıklarını arabanın bagajından eve taşımak için havanın kararmasını bekleyen babam. İlk televizyonu gördüğümüzde duyduğumuz heyecan ile haftada iki gün Teknik Üniversiteden yayın yapan kanalı izlemek için kalabalık olarak kamp kurduğumuz, bize limonata yetiştirmek için çırpınan Sevim teyzenin salonu. Sokak komşumuz akıl hastanesinin bahçesinden, tel örgülerin arkasından bize deliymişiz gibi bakan içeridekiler.

Kendisini Süleyman Demirel sanıp, her sabah “Binanaleyh” diye başlayarak nutuk atan içerideki Hasan, zeytin çekirdeğine kafayı takıp motoru yakmış Ahmet.

Kibrit çöplerinin ucundaki barutu biriktirip ilk uzay füzesini yapacağını iddia eden, yaptığı ilk denemede kardeşimle birlikte Neşelerin tuvalet penceresine ilk füzeli saldırıyı düzenleyen Hasan Ağabey.

Çocuklar için dünya halen aynı da biz mi büyüdük? Her şey değişti de biz mi zorlanıyoruz? Her şey aynı duruyor da biz mi göremiyoruz, bulamıyoruz? Bu ekranlarda, kürsülerde bağrışan ciddi, aksi suratlı adamlar, kadınlar kim. Ne istiyorlar. Para mı? Makam mı? Hepsini mi?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa