11 Aralık 2020 23:29

Ölümle yüzleşme

Dick Johnson is Dead begeselinden bir sahne

Görsel: Dick Johnson is Dead adlı belgeselin görseli/Netflix

Paylaş

Bundan yaklaşık bir buçuk ay kadar önce bu köşede MUBİ Türkiye’de gösterimi devam eden “Kamerainsan” (Cameraperson) belgeselini kaleme almıştık.

Birçok sahada belgesel filmler için çalışan Kirsten Johnson’ın, bu yapımlara ait görüntüleri bambaşka bir kurgu ve tempo içinde birbirine bağladığı, ilgisiz görüntülerden anlamlı bir bütün inşa ettiği çarpıcı bir yapımdı “Kamerainsan”. Bu belgeselin birkaç yerinde Kirsten Johnson’un anne ve babasına ait görüntüler de giriyordu kadrajın içine. Bu görüntülerde annenin Alzheimer hastalığının ilerlediğine, babanın da yaşı itibarıyla hayatını organize etmekte zorlandığına şahitlik etmiştik. Kirsten Johnson, annesinin kaybının ardından babasının ölümüne kendisini hazırlamak için çıktığı yolculuğa seyirciyi de davet ediyor yeni belgeselinde.

Bir süredir Netflix’te gösterimde olan “Dick Johnson is Dead”, yönetmenin hem kendisini hem çevresini hem de babasını ölüme hazırladığı ama bunu yaparken ölümle de dalga geçmeyi ihmal etmediği eğlenceli ve fakat bir o kadar da dokunaklı bir yapım olmuş kanımca. 1932 doğumlu, demans nedeniyle bunama belirtileri gösteren bir adamın böyle bir içeriğe alet edilmesiyle ilgili kimi etik itirazlar yazıldı çizildi ama bunlara katılmadığımı belirtmek istiyorum. Dick Johnson bütün bu sürecin başından itibaren duruma hakim ve parçası olduğu şeyden de zevk alıyor. Kendi cenazesine tanıklık etmek herkesin fantezisi değil midir?

Film, birkaç yıla yayılarak ilerliyor. Bir yandan Dick’in onlarca yıla yayılan kariyerini (psikiatr) sonlandırması, bürosunu kapatması ve Seattle’dan kızının yanına New York’a taşınması süreci yani ‘gerçek hayat’ diye tabir edebileceğimiz bir anlatı söz konusu. Diğer yandan film içinde bir film inşa ediliyor. Dick’in nasıl ölebileceğine dair senaryolar üretiliyor. Gerçek bir film gibi çekiliyor bu bölümler. Dublörler ayarlanıyor, makyajlar yapılıyor vs. Bu kurmaca alan karakterimizin ölümle ilgili fantezilerini gerçekleştirmek üzerine inşa edilmiş gibi adeta. Nasıl ölebilir? Düşerek, trafik kazasında, kafasına bir şey çarparak vb. Peki, ardından nasıl bir süreç olmalı? Yönetmen Johnson, babasının kapı aralığından izlediği bir cenaze töreni düzenliyor ve hatta ailelerinin bağlı olduğu inanca uygun bir cennet inşa edip babasını oraya yerleştiriyor.

Bu kurmaca alan ölüm ve olası sonuçları üzerine rahatlatıcı bir etki yaratırken, gerçek hayat da bir o kadar ağır anlar içeriyor. Kirsten’in babasının kaybına kendini hazırlama süreci, geçmişin acı hatıralarının evin içinde dolanıp durması, Dick’in hafızasını giderek kaybetmeye başlaması gibi zorluklar bunlar. Yaşlılıkla birlikte ölüm fikrinin de hayatın bir parçası haline gelişini, geleceksizliğin geçmişin hayaletlerini geri çağırışını, kayıp hissinin ağırlığını daha kaybetmeden hissetme deneyimini yaşıyoruz biz de yönetmenle birlikte. Kirsten Johnson, ölümü bir oyuna çevirmiyor, gereğinden fazla da abartmıyor. Belli ki önce kendisi için sonra babası ve en sonunda seyirciler için ölümü katlanılabilir, kabullenilebilir bir hale getirmeye çalışıyor. Kendisi için bunu başardığını söylemek zor filmin finalinde ama belli ki kendi cenaze törenine bile tanıklık eden Dick Johnson için ölüm kabullenilebilir bir durum artık.

‘Dick Johnson is Dead’, ölüm ile kurduğumuz ilişkiyi gözden geçirmeye, bir kayba hazırlanma ve sonrasına alışmanın aşamalarına dair kafa yormaya davet bir yandan; diğer yandan bir kadının babasına yazdığı hüzünlü bir mektup, bir babanın tıpkı bir çocukmuş gibi kızının mutluluğu için türlü türlü hallere girebilme cesareti…

Dick Johnson hâlâ yaşıyor. Kirsten babasını kaybedeceği ana hazır mı, bilinmez ama film yılın en dokunaklı yapımlarından birisi…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa