Parti devletinin gerçek yüzü

Fotoğraf: Freepik&AA Kolaj: Evrensel
Kriz dönemleri sosyal açıdan acıdır, ama politika açısından devletin ve politikaların gerçek yüzünü netleştirir. Bu açıdan, yani devletin ve sistemin anlaşılması için krizler çok önemli fırsatlardır. Günümüzün en ağır krizi pandemi yaşanırken bir de asgari ücret görüşmeleri sürdürülüyor. Düşünülür ki, asgari ücret görüşmelerinde hükümet cephesi hiç değilse biraz daha emekçinin yanında olmalıdır. Bu dönemde emekçi çalışarak bir lokma ekmekle mi, yoksa işsiz ve aşsız aç olarak mı ölmek arasında adeta tercih durumunda kaldı. Hal böyle ilken, patron sömürü payını emekle pazarlık konusu yaparken, hükümet açıkça sermayenin yanında yer almaktan çekinmemektedir. Büyük üstadın dediği gibi, öteden beri emek piyasası diye bir kuruma sürülmüş olan emekçiler, olağan yaşam olarak algılanan bu süreçte başat sermaye gücü ile belirlenen maaşlarını aldıklarında hem patronla, hem siyasilerle, hem de ana-akım aşığı akademi camiasıyla, hatta emekçi örgüt patronlarıyla da helalleşmiş ve sulh olmuş olur. Meseleyi bu denli basit algılayan bir kesimden kim korkar ki! Adına “burjuva demokrasisi” dediğimiz sistem topluma demokrasinin böyle bir sistem olduğunu kafalara çaka çaka öğretmiyor mu?
Şimdiye dek demokrasiye, hukuka vs. saygılı olmadığını düşünmüş olacak ki, okyanus ötesi değişimlerden olağanüstü etkilenen siyasi yönetim, bundan böyle bir dizi alanda reform yapacağını, gönüllerimizde inşirah yaratırcasına dile getirdi. Ne diyelim ki, hayırlara vesile olsun! Bu arada, muhtemelen tüm iyi niyetlere rağmen unutulmuş olacak ki, bir anlaşılmadık değişiklik dışında, bakanlar arasında bir değişikliğe gidileceğinden söz edilmiyor. Olur da tüm bu samimi(!) değişiklik projeleri gerçekleşirse, şu konunun unutulmaması, özel ve kamu kesimi arasında biraz da olsa denge sağlanması açısından olumlu olabilir. Sağlık Bakanlığına hastaneler patronu, Turizm Bakanlığına turizm patronu, Eğitim Bakanlığına eğitim patronu getirilmiş, ne kadar hoş ve uyumlu, böylece hükümet de güç kazanarak, özel sektörün karşısında alacağı kararlarla denge sağlayabilecek konuma gelmiş! Tüm samimi duygularla yapılmış bu bakanlar demetinde bir bakanlık var ki, galiba atlanmış; o bakanlık da Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığıdır. Samimi konuşmak gerekirse, bir kere bu bakanlığın adının değiştirilmesi gerekir, zira bu kadar uzun bir bakanlık adı olmaz. Bu bakanlığa yüklenen tüm görevleri kapsayıcı şekilde tek isim ‘sistem bakanlığı’ olmasıdır. Çünkü bakanlığın derinden ilgileneceği iki konu da kapitalizm hastalığı ile ilgilidir. Üstelik de bakanlığın görevi bu hastalıklara samimi ve kalıcı çözüm bulmak değil, zaten bu olanaklı olmadığı için, amaç söz konusu hastalıklara çare üretmek olmayıp, sürdürülebilir düzeyde tutmak olduğundan buraya yapılan atama eğitim, sağlık ve turizm alanlarındaki gibi sektörle ilgili elemanlardan oluşmaz, oluşamaz. Demek ki, atamalarda atlama değil, isabet varmış! Gerçi, söz konusu bakanlığa sistem ve parti yandaşı bir sendika liderinin atanması çok farklı olur muydu, o da şüphelidir! Sistem o denli güçlü ve gizemlidir ki, büyük üstadın dediği gibi, sakin ve huzurlu görüntünün altında kaynayan kazanı anlamak olanaklı değildir, onun için bilimsel yaklaşım gerekir. O da sistemin akademisinin işidir!
Hükümet sosyal yardımla övünüyor da, bu noktada biraz duralım. Partiyi bu denli alicenap gösteren işlemin arkasındaki harika buluş, kamusal yaygın ve tüm alanları kapsayan genel sigorta sistemini pazarlama gayesi ile parçalara bölme maharetidir. Aynı maharetle özel sigorta şirketlerine sömürü, karşılığında vatandaşa da soygun yolu açılmıştır. Şili örneğini de ayyuka çıkararak öven aymaz akademisyen ve bazı yazar-çizerler şimdilerde ne düşünür acaba? Tabii aynı aymazlık, tüm bu yolları açan “yetmez, ama evet” yandaşları için de geçerlidir. Kapitalist sömürü sistemi kendi akademisyenini de, kendi süslü aydınını da yaratmada mahirdir; bunun yolu da sömürüden pay vermektir. Emekçinin yanlışı da buradadır; akıllı bir insan ilk kez ve bir kez aldanır. Hem sömürülmek, hem de sömürüldüğü paydan beslenenlerin politikasına onay vermek biraz akla zarardır. Bu da, yine büyük üstadın dediği gibi, yanlış bilinçlenmedir.
Gelelim bu hafta da asgari ücret konusuna. Ne gariptir ki, asgari ücretin azami kârı çağrıştırdığı fazla aklımıza gelmez, zira ana akım iktisat öğretisinde firma başarısı kâr en çoklaştırılması ölçütü ile tanımlanır. Ne ilginçtir ki, kâr ile ücret birbirine zıt olgular olduğu, öğrencilerin büyük ekseriyetinin de çalışma yaşamlarında ücretli olacakları halde, derslerde öğrendiklerini bir kez de sınavlarda zikrederler, böylece oluşmuş kafa yapısı ve büyük bir azimle yeni kan olarak çalışma yaşamına dahil olurlar. İş yaşamına kadar arkadaş olan gençler, iş aleminde biri işli biri dışlı olarak bu kez de birbirine düşman olurlar. Asgari ücret kasıtlı yanlış hesaplanmış enflasyonla ilişkili görülüyor da, her nedense ulusal gelirle ilişkili görülmüyor. Halbuki, ulusal geliri yaratanlar, hem de salt emeğiyle değil, makinesiyle de yaratanlar emekçilerdir. Emekçi kardeşim, emekçi dedenin ya da babanın mezarında ona hayır duası ederken, bir de sorsana ona, bu makineleri niçin oluşturup patrona verdiler de, şimdi sen böyle işsiz, aşsız kaldın? Bu hak mıdır?
Evrensel'i Takip Et