‘Benim halkım, benim milletim’ meselesi (2)

Recep Tayyip Erdoğan | Fotoğraf: DHA

Kirvem,

Ülkemizin en yüksek, en muteber makamındaki en değerli, en yetkili koltuğunda oturan cumhurumuzun reisinin, şu ya da bu vesileyle söyleyip dillendirdiği her cümlesinin, her kelamının her bakımdan fazlasıyla önemli olduğunu şu sıralar seksen üç milyonu bulan nüfusumuz içinden bilmeyenimiz sanırım mafiş!

Memleketimizin, tabii ki aynı zamanda da yüce milletimizin ali menfaatlerini koruyup kollamayı görev bellediği için kendince ihtiyaç duyduğunda, ülkemizin televizyonlarının neredeyse hemen hepsinde istediği saatte ekranlardan seslenip, dolayısıyla dahili, harici bilumum konularda verdiği “ferman”ların hikmetinden asla sual edilmeyeceğini, “sokaktaki vatandaş” olarak yine bilmeyenimiz çok şükür yok...

Demokratik, laik, sosyal hukuk devletimizin payitahtındaki özel “taht”ından, canı istediğinde veya paşa gönlünce uygun bulduğunda, Yaradan’a sığınıp, ardından da ona buna, sağa sola “Eyy...” diye başlayan tiratlarıyla hemen her konuda, herkese haddini bildirmeyi, on sekiz yıldan beri başını çektiği “iktidar”ının olmazsa olmaz kuralına dönüştürüp, sonra da çıktığı bu kutlu yolda, gele gele şu sıralar ülke olarak geldiğimiz noktada millet olarak halimiz, ahvalimiz acaba ne alemde?

Aslında “Görünen köy kılavuz istemez” misali memleketimizin hali ahvali amiyane deyimiyle zaten kabak gibi ortada! Nitekim zırt pırt değiştirilen, yamalar üstüne yeni iğreti yamalarla teyellenip, böylece acemi aşçıların elinde pilav mı, yoksa lapa mı olduğu bir türlü anlaşılmayan anayasamızın geçmişten gelen serencamına ilaveten, şimdilerde de türlü bahanelerle giderek devreye sokulan kanun hükmündeki kararnamelerle, iki dudak arasından verilen emirlerle, kitabına, kılıfına uydurulan tepeden inme talimatlarla hak, hukuk kavramının temelini oluşturan “adalet terazisi” tümüyle  şirazesinden çıkıp yerlerde süründüğüne bakılırsa; demek ki, halimiz nanay, ahvalimiz yandı gülüm keten helvası kıvamında!

Neden?

Çünkü, “Benim halkım, benim milletim...” sosuyla pazarlanan bu helvanın alıcısı artık yok, durduk yere pazarlanan, “Benim halkım, benim memurum, benim vatandaşım...” lafazanlıkların mumu, ampulü yatsıya kalmadan sönüp, ardından da çöp sepetini sanki boylamak üzere...

Üstelik, kimi muhteremlerin buyurduğu, at izinin it izine karıştığı, sap ile samanın birlikte harmanlandığı bu bizim diyarlarda, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” hükmünün neredeyse tümden “kadük”olup, bunun yerine payitahtımızın tepesindeki koltuğundan direkt ya da dolaylı yollarla verdiği direktiflerle zaten memleketimizin bir türlü yoluna girmeyen kantarının topuzu hepten mi kaçar, dolayısıyla içine tıklım tıkış doluştuğumuz takamızın bundan sonraki hali ne olur, bunu da bittabii ki bilirse yine sadece kaptanıderyamız, dirayetli Reis’imiz mi bilir, işte işin bu faslı şimdilik meçhul Kirvem!..

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İhyanın aslı

İhyanın aslı

Maraş depremlerinin ardından geçen iki yılda ne yiten on binlerce canın hesabı sorulabildi ne de kalanların bir derdine derman olundu. İki yıl sonra iktidar, ”Asrın İhyası” sloganıyla toplumu aldatmaya çalışıyor. Oysa asıl ihya ihaleler, inşaatlar, rezerv alan ilanları, teşvikler, vergi indirimleriyle, depremi gerekçe eden siyasi baskılarla geldi.

Teslim edilen konut sayısı ihtiyacın 3'te biri.

Deprem bölgesinde 'rezerv alan' kılıfıyla halkın evleri, arsaları gasbedildi.

Deprem işçiye yoksulluk, sermayeye 'fırsat' oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Sezgin Tanrıkulu: "Depremin maliyetini en aza indirmek için her ay vergi veriyoruz. Nereye harcandığını bilmiyoruz"

Evrensel'i Takip Et