‘Milli’ dış politikanın titreyişi

Fotoğraf: AA
Son bir ayın gazetelerini karıştırdığınızda, AB’nin Türkiye’ye dair toplantısının temel konuların başında geldiği dikkati çekecektir. İktidarı ateşli bir dille destekleyen Yeni Şafak’ın köşe yazarlarından Sabah’a, iktidarın hegemonya çerçevesi içine alındığı halde görece merkezi bir üsluba bağlıymış gibi durarak geleneksel okur tabanını korumaya çalışan Hürriyet’e kadar tamamında bu hakimdi.
Ardından ABD’nin Türkiye’ye yönelik yaptırımlarının ne olacağı da bu gündeme eklendi.
Dış politikaya dair bu tedirgin bekleyiş, basılı gazetelere ek olarak televizyon kanallarının gündem seçişlerinde ve iktidar politikalarıyla uyumlu hareket eden internet medyasındaki manşet dizilişlerinde de kendisini hissettiriyordu.
Hem gazetecilik mesleği, hem de ülkenin ve dünyanın politik gündemleri bağlamında kuşkusuz bunda garipsenecek bir şey yok. AB ve ABD gibi dünyanın büyük güç merkezleri Türkiye’ye yaptırımları görüşüyorsa, siz bu gündemler yokmuş gibi davranamazsınız. Mesele bu gündemlerin nasıl bir ruh haliyle ve nasıl bir politik bağlam içinde takip edildiğiyle ilgili. ‘Tek adam’ yönetiminin kurumsallaşma süreciyle birlikte, hem içerideki muhalefeti sürekli sabıkalı hale getirecek argümanlar üretmek, hem de iktidar ittifakını destekleyen kitle tabanındaki kaymaları önleyebilmek için ‘milli politika’ ve ona bağlı ‘milli dış politika’ söylemi bereketli bir tarla olarak görülüyor.
İktidar temsilcilerinin ve iktidar medyasının köşe yazarlarının, bu yazının hacmi bakımından da buraya tek tek almak gerekmeyen vurguları içinde birkaç nokta öne çıkıyordu. Olası yaptırımlara karşı kuyruğu dik tutmaya çalışmak, ama bunu yaparken de provokatif efelenmeler yerine Doğu Akdeniz dahil olmak üzere Türkiye’nin hareket halinde olduğu bütün dış politika zemininde diyaloğa açık mesajlar vermek.
Sonunda AB zirvesinden yaptırımları öteleme yönünde bir karar çıktı. Bunda elbette Türkiye ile ticari ilişkiler, Türkiye’nin jeopolitik konumunu AB’nin hegemonyası içinde verimli bir dengede tutabilmek gibi kaygılarla birlikte, AB ülkelerinin Suriyeli mülteciler konusunda Türkiye’yi bir duvar olarak görme siyasetinin belirleyici olduğu söylenebilir.
Türkiye’ye S-400 yaptırımlarını da içeren tasarının ABD Senatosundan geçmesinden sonra ise, şimdi gözler, ABD’nin Türkiye’yi ekonomik açıdan daha da zora sokacak bir tutum alıp almayacağında. Burada da, ABD yönetimi açısından çizginin, Türkiye’nin tamamen Rusya’nın etki alanına itilmesine varmayacak bir dengede durulması muhtemel gözüküyor. İzleyip göreceğiz.
Ama tüm bunların, iktidarın ‘milli dış politika’ düsturu içindeki yansımaları, gündemlerin kendisi kadar önem taşıyor. Hatta o politikanın kırılganlığını kolayca ele vermeleri bakımından işin bu yönü ayrıca önemli.
Trump’ın Türkiye’ye yönelik olarak attığı bir tweetin nasıl bir kur dalgalanmasına yol açtığı ve Türkiye’nin dış borcunun bir anda nasıl katlanarak arttığı bir kabus gibi akıllarda. Merkez Bankasına müdahalelerden ekonominin başına yerleştirilen Bakan Albayrak ile yolların ayrılmasına kadar giden bir dizi kritik gelişme hep bu kırılgan dengenin içinde yaşandı.
Böylesi bir tablo varken, AB ve ABD ile diyalog kanallarını kapatacak kadar üst perdeden konuşabilecek bir ‘milli dış politika’ kalibresi beklenemezdi zaten. AB’nin yaptırım seçeneğini önlemek için ‘yargı, ekonomi ve demokraside reform’ söylemleri dillendirildi. Dillendiren de, dinleyen de, bunların nakite tahvil yönü dışında bir içeriğe sahip olmadığını biliyordu.
Bu tablo bize, o çok şişirilen ‘milli dış politika’nın titreyişini gösterdi.
Hatırlanacaktır, gaf yapmaktan, ‘özgül ağırlık’ sevdası ile erken çıkışlar yaparak sonra boşa düşmekten kendisini alamayan Bülent Arınç, dönemin TBMM Başkanı olarak 12 Temmuz 2006’da Moskova’yı ziyaretinde Kızıl Meydan’daki Lenin mozolesinin önüne geldiklerinde bir muhabirin “Lenin’i mi görmek istiyorsunuz?” sorusu üzerine tebessüm ederek “Lenin’i ölü olarak görmek çok güzel” demişti. Arınç hemen ardından aynı gazetecinin yanına giderek, “Umuyorum siz Türkiye’deki gazeteciler gibi değilsinizdir, bir şeyi alıp büyütmezsiniz” demiş ve Lenin’le ilgili sözlerinin yayımlanmamasını istemişti.
İşte bu noktalar, örneğin Milli Türk Talebe Birliğinden beri arkadaş olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Arınç’ın ayrı düşmeyeceği noktalardır.
O nedenle de emperyalizme dair söylemleri ile Lenin’in emperyalizm teorisi arasında hiçbir benzerlik bulunmuyor. Tam da o nedenle, para akışının durma ihtimali karşısında içi kazınan ve yaptırım ihtimali karşısında titreyen bir ‘milli dış politika’nın hikayesini izliyoruz.
Evrensel'i Takip Et