O haşere, bu sürüngen, öteki ahlaksız, beriki salak!

Fotoğraf: Kayhan Özer/DHA
‘Geleceği birlik içinde inşa edecek’ olan, “Vatanı bir bütün olarak koruyacak ve böldürtmeyecek’ ‘Tarihe altın harflerle geçecek zafer kazanan’, iradesini tamamen iktidardakilerin inisiyatifine gözü kapalı bıraktığı için sayesinde, oradakilerin, koltuklarında yayılarak oturduğu şu millet nasıl bir şeydir acaba?
Bu hamasi laflardan anlaşılan, milletin, sürekli uçan, kanatlanan devletinin nezdinde itibarlı bir mevkiye sahip, kocaman ve tek yürek bir kütle olduğu. Gerçekte ise aslını astarını sormadan dahil olduğu mevzulara gerektiğinde sözle ya da eylemle müdahale etsin diye durmadan pohpohlanan bir nüfus. Bir akşam bir kanalda ertesi gün diğerinde beliren, her şeyden anlayan sabit sayıdaki atanmış yorumcuların fikrini fikir diye edinen bu nüfus, mekanik bir saat gibi her gün yeniden kuruluyor.
Milletin Rusya’dan S-400 aldığı için ABD’nin yaptırımlarına maruz kalan ülkesinin mağdur edildiğini işitip hınçlanması, başarıları çekemeyenlerin düşmanlığına içlenmesi gerekir çünkü. Yöneticilerin sınır ötesi hırslarının iki emperyalist devlete kapıyı açtırmasının bedelinin sadece silahlara ödenen 2.5 milyar dolardan ibaret olmadığını, aynı zamanda bu güçlere tam bağlılık/bağımlılık olduğunu idrak etmesi gerekmez. Her şeyin kendisi için, kendi adına yapıldığını sanan bir kurgu millet karşısında oh oh çekmek, paralar millete gidiyor demek münasip görünür.
Fakat tahayyül edilen ya da unsurlarının kendisini ait hissetmesi için kurgulanan millet ile insanların gerçek hayattaki yerleri arasında epey bir fark var. Ve bu fark emekçi nüfus için giderek açılıyor. Burada çoktan beri başka türlü bir bölüşüm sistemi işliyor ve bu kesime artık işlemeyen hamasetin yerini aşağılama ve şiddet alıyor.
Eline iş aş yazarak intihar eden emekçinin işaret ettiği potansiyelle er geç yüzleşecek olmanın korkusunu sindirerek bertaraf etmeyi esas alan bir bölüşüm sistemi bu. HDP’nin kitlesine haşereler, imzacı 805 aydına sürüngen, CHP’yi milli güvenlik sorunu ilan eden zihniyet, karşısındaki örgütlü her muhalefeti kendi güvenliğine bir tehdit olarak görüyor. Sahip olduğu güçle bunları ezebileceğini düşünüyor.
Ne var ki televizyon ekranlarındaki büyük siyasetin, millete yapay hınçlar pompalama araçlarından yayılan söylemin üstünü örtemediği sesler artıyor. Millet denen şeyin, hayal edildiği gibi kaynaştırılabilen bir kütle olamadığını, onun cızırtılı sesler çıkaran unsurlarına bölündüğünü gösteriyor. Fakat iktidar da öyle. Eteklerinde semirenler, ikballenenler, işverenler, inanç ve fikir bekçileri sayesinde iktidar her nerede yaşanıyorsa, orada. Bunlar kopan, ayrışan unsurları aşağılayarak itip kakarak hayali millete yapıştırmakla meşguller.
Vekil muktedirler Diyanetin bütçesini eleştirenleri haçlıları sevindirmekle suçluyor. Bulunduğu yerden bir süre ayrıldığı için hemşireye 500 kere “Ben salağım servisimden başka servise gittim” yazma cezası veriyor. Pandemi nedeniyle işten atmalar yasaklanınca sözleşmeyi feshetmek isteyen patron işçinin siciline ahlaksızlıktan atıldığını yazıyor. Bir ilahiyatçı Yılmaz Özdil ve Cüneyt Akman’ın cenaze namazlarının kılınmamasını buyuruyor, bir başka öğretim görevlisi üniversitelerin fuhuş evleri olduğunu söylüyor.‘Hasta olursanız idari soruşturma açarız’ diye tehdit eden Adalet Komisyonu başkanları ile, işçisinin çalışırken kırılan parmağı için‚ poşete sar çalış’ diyen işverenleri de ekleyelim. Bunların hepsi aynı günün gazete haberleri arasında yer alıyor. Eksiği yok fazlası var.
Demek ki milletin de bir milli güvenlik konusu haline geldiği bir zaman bu. İktidar yoğunlaştırılmış bir hamasetle muhayyel bir millet kurmakta ciddi ciddi zorlanıyor. Sürekli aşağılayıp cezalandırmaya rağmen yurttaşlardan tek hizada tekmil alınmasının gittikçe zorlaştığı bir dönem bu. Aynı günün haberleri arasında şu da vardı:“Malatya Büyükşehir Belediyesinde Park ve Bahçeler Müdürlüğüne bağlı çalışan İşçi C.V. ‘Biz işçiyiz, hayvan değiliz. Selahattin başkan bizi sömürdüğün yeter” diyerek intihara kalkıştı. Boğazından kuru ekmek geçiyorsa kendisini mutlu hissetmesi gerekenlerin aslında kendi etinden, kendi hayatından yemeye başladığı bundan doğan çaresizliğini kendini feda ederek duyurmak zorunda kaldığı şu eşikte durmak çok kolay değil.
Selahattin Demirtaş’ın teröristliği gibi boş bir iddianın etrafında toplanmaktansa insanların Selahattin patronun sömürüsünü, aşağılamasını dert ettiği yerde “Oh oh oh paralar millete gidiyor” sevinci eğlendirmiyor. Zira o haşere, bu sürüngen öteki ahlaksız, diğeri salak, beriki haçlıdan oluşan, aralarında hiçleşmeyi paylaşanlar topluluğundan beklenen bir millet çıkmıyor. Daha iyisi elinden gelmeyen muktedirler kendilerine göre bir millet imal edemiyor.
Evrensel'i Takip Et