Gidiyorum gündüz gece
Fotoğraflar: Mesut Kara Arşivi
Geçen hafta “Uzun ince bir yoldayım” başlıklı yazımızda bu dünyada sürdürdüğüm yolculuğumun ilk döneminden kesitler yazmıştım. ()
Devam edelim:
Hayat henüz böylesine kirletilmemişti doğduğum, büyüdüğüm yıllarda. İstanbul’un ‘en güzel’ sayılan yıllarında yaşamıştım gençliğimi. Mahalle kültürünün, komşuluğun, mahalle arkadaşlığının olduğu yıllardı. Birçoğumuz için artık ne doğup büyüdüğümüz o yer vardı, ne İstanbul eski İstanbul’du.
Bizdeki miladı 12 Eylül 1980 olan yenidünya düzeninde hiçbir şey ve benim hayatım iyiye, güzele doğru gitmedi. Yaşadığım aşklar, sinemalar, plajlar hayattan çekilince kendime yeni yurtlar, yeni dostlar, yeni mekanlar arama yolculuğum da başlamıştı. Kadıköy mekanları ve Rumeli Hisarı’ndaki Ali Baba’nın kahvesine Galata, Köprü altı ve Beyoğlu da eklenmişti.
12 Eylül 1980’den bu yana yeni bir insan modeli yaratılırken, yaprak gibi savrulan, dünya nimetlerinin cazibesine kapılıp bir kısmı sistem içine geçiş yapan ya da (Aynı değişimi yaşasa da “sol maskesini” çıkartmayarak, insanların kendilerini hâlâ solda sanmasını sağlayan) bir kısım “eski muhalifi” gördükçe kendimi sisteme, egemen rüzgarlara karşı korumayı, sağlam durmayı seçmiştim darbe sonrası yıllarda.
O günlerden bu günlere birçok temel meselede bakışım, görüşüm gelişip değişse de sol muhalif duruşum değişmemişti. Bu koşullarda hayatı algılamaya, anlamaya çalışan okumalar, araştırmalar, gözlemler yaptım. Hayatımıza birçok yeni olgu, kavram ve durum eklenmiş, muhalif yelpazesi genişlemiş, ekoloji, feminizm, kadın ve LGBTİ hakları, hayvan hakları savunucuları gibi yeni renkler eklenmişti.
KADIKÖY, ‘KİTAPSIZLAR KÜRSÜSÜ’ VE HİSAR
’90’lı yıllarda Kadıköy’de oturduğum günlerde yeni arkadaşlar edinmiş, yeni mekanların müdavimi olmuştum. O günlerde tanıdığım Kadıköy Balık Pazarı’nın bir üst sokağındaki sahaf arkadaşın, daha önceki zamanlarda yaptığını söylediği bir çalışma çok ilgimi çekmişti; Kitapsızlar Kürsüsü. İznini alarak sahafın salonunda haftada bir “Kitapsızlar Kürsüsü” adıyla söyleşiler yapmaya başladım. Kitap boyutunda dosyası olan fakat henüz yayımlatamamış, kitabı olmayan yazarlarla, yazar adaylarıyla söyleşiler yapıyordum, öncelikli olarak. Söyleşiler çok ilgi görüyordu, müdavimleri oluşmuştu. Sürekli gelenler arasında o günlerde henüz kitabı olmayan bugünün ünlü yazarlarından Murat Menteş de vardı.
Bir yandan da ’80’lerin başında, darbe sonrası keşfettiğim ve “iyi arkadaşlar” edindiğim Rumeli Hisarı’na, “Ali Baba’nın Kahvesi”ne gidip gelmeyi sürdürüyordum. Arkadaşlarla ya kahvede çay içerek ya da kahvenin karşısında, deniz kenarında, büfeden alınan biralar eşliğinde şiirden müziğe, sinemadan felsefeye uzun sohbetlerimiz oluyordu. Derviş Zaim’in ilk ve kült filmi “Tabutta Rövaşata” o günlerde ara ara olanak buldukça “Hisar ekibiyle” oralarda çekiliyordu.
KÖPRÜALTI
Tanışıklığım çocukluk yıllarına uzanan köprü üstünden sonra, defalarca geçip gittiğim köprüaltıyla da tanışmam 1980’lerin sonuna, 1990’ların başına denk gelir. Cağaloğlu’da çalışıyor, grafik tasarım işleri yapıyordum. ‘Köprüaltı çocuklarına’ karıştığımda 30’lu yaşlarımın başındaydım.
Önce tabelasında Osana Davutyan yazan 60 kapı numaralı Balıkçılar Çay Evi’nin sonra da, birahanelerin, meyhanelerin ve tabii ki Kemancı’nın müdavimi olmuştum. Yazarların, ressamların, gazetecilerin, mizahçıların, şairlerin, sıra dışı insanların yoğun olarak “yaşadığı” köprüaltında bugün de görüşmeyi sürdürdüğüm çok sayda insan tanıdım. Galata’yı “Bizans”a bağlayan Galata köprüsü, berduşundan entelektüeline köprüaltı müdavimlerini de birbirine bağlıyordu. Kültürlerin buluşma noktasında, bir arada yaşanan salaş mekanlarda dostluklar paylaşılırdı.
Henüz “Beyoğlu Cumhuriyeti”nin oluşmadığı yıllarda bir ‘özgürlükler ülkesi’ gibiydi köprüaltı mekanları. İçinde yaşarken bir gün yok olacağını, tüm anılarımızın da köprüyle birlikte yanacağını düşünmüyorduk. Yanan anılardı, yanan geçmişimizdi, yanan bir dönemdi.
Köprüaltı Kemancı’nın Beyoğlu’ya, Taksim’e taşınmasıyla köprüaltı müdavimleri için yeni bir dünyanın da kapıları açılıyor, ‘Beyoğlu Cumhuriyeti’nin temelleri atılıyordu. Küçük İskender’in Beyoğlu Meis barda gerçekleştirdiği “şiir akşamları” da köprüaltı müdavimlerinin Beyoğlu’ya yönelmesinde etkili oldu. Aynı günlerde Giovanni Scognamillo’nun, Oktay Güzeloğlu’nun, Güneş gazetesindeki Beyoğlu ağırlıklı yazılarıyla önemli bir çıkış yapan Cezmi Ersöz’ün ve sonrasında benim de Beyoğlu ve Yeşilçam yazılarımın ilgi görmesiyle, Evrensel Kültür’üyle, kitapçılarıyla Beyoğlu yeniden keşfedildi diyebilirim.
ARTİZLER KAHVESİ’NDEN ‘BÜTÜN ESERLERİ’NE
’90’ların başında daha çok sıra dışı “kendine sürgün” dediğim kendi reddedişiyle ya da dışlanmışlıkla, toplum dışı kalan insanları bulup söyleşiler yapmaya, yayımlamaya başlamıştım. Beyoğlu, Yeşilçam demekti, bu yazılara Sami Hazinses’le başlayıp sürdürdüğüm Yeşilçam Söyleşileri de eklenince yazılarım büyük ilgi gördü. Yeşilçam’ın da yeniden keşfedildiği bir dönemdi bu. Metin Üstündağ’ın davetiyle dönemin en çok satan dergisi Öküz’de “Artizler Kahvesi” başlığıyla yazıyor olmam ilgiyi ve tanınırlığımı büyüttü. Yine Yazar Metin Celal’in önerisi ve isteğiyle bu yazıları “Artizler Kahvesi” adıyla Parantez Yayınları’ndan kitaplaştırınca neredeyse her hafta bir TV kanalında Yeşilçam’ı konuştuğumuz programlara davet ediliyordum. İlk kitaptan bu yana anı, deneme ve Yeşilçam üzerine kitaplar yazarak bugünlere geldim.
Geçtiğimiz yıl “Mülksüz ve Çıplak” adlı kitabımın yeni baskısını yapan, Şubat 2020’de de “Devlet, Toplum ve Sinema” adlı kitabımı yayımlayan Klaros Yayınları, baskısı tükenen kitaplarımın yeni baskılarını da “Bütün Eserleri Serisi”nden yayımladı. Artık, “Artizler Kahvesi, “Yeşilçam’da Unutulmayan Yüzler-Starlar”, “Yeşilçam Hatırası” ve “Sinema ve 12 Eylül” adlı kitaplarım da yeni baskılarıyla okurun ulaşabileceği kitap satış noktalarında.
Yolculuğum sürüyor…
- Düşen yapraklar (1) 27 Mart 2024 04:15
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (2) 13 Mart 2024 04:20
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (1) 06 Mart 2024 04:15
- Bilal İnci: Zalim, gaddar, acımasız kötü adam 28 Şubat 2024 04:20
- Geleneksel Türk tiyatrosunun son temsilcisi: İsmail Dümbüllü 21 Şubat 2024 04:00
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (3) 14 Şubat 2024 04:15
- Atatürk, “Ben Bir İnkılap Çocuğuyum” filmi ve Münir Hayri Egeli (2) 09 Şubat 2024 04:20
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (1) 04 Şubat 2024 04:35
- Jönlükten kötü adamlığa bir sinema sevdalısı: Hüseyin Peyda 28 Ocak 2024 04:33
- Şerafettin Kaya: Ben İyi Biri Olmadan Önce 21 Ocak 2024 05:10
- Yeşilçam’ın Çınarları (6): Vedat Örfi Bengü: ‘Mısır’da sinemayı kuran Türk’ 14 Ocak 2024 04:43
- Yeşilçam’ın Çınarları (4): Aziz Basmacı, Vahi Öz 07 Ocak 2024 04:04