Hukuk reformu: Böyle mi olmalı?

Fotoğraf: Pixabay
Siyasi iktidarın “hukuk reformu” anlayışını gösteren iki gelişmeden söz edeceğim. İlki,A) Yasaların hazırlanması, ikincisi B) yasaların uygulanması sorunu ile ilgili.
Yasa hazırlanması: Dün sabah itibariyle Türkiye’de faaliyette bulunan en az 328 STK, siyasi iktidarın, “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanın Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi” hakkında “ortak açıklama” yaparak, teklifin “Dernekler, vakıflarla ve yardım toplama ile ilgili maddelerinin geri çekilmesini ve sosyal tarafların görüşleri alınmadan bu tarz tekliflerin yapılmamasını “ talep ettiler.
Kanun teklifi, 43 maddeden oluşuyor ve 6 ayrı yasada değişiklikler içeriyor.
Teklif 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun’da yeni sınırlamalar getirmektedir. Teklif ile, bir STK yöneticisi ya da STK’nin kendisi hakkında söz gelimi 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında soruşturma açılması durumunda İçişleri Bakanı tek imza ile dernek yöneticilerini görevden uzaklaştırabilecek ya da dernek faaliyetlerini durdurabilecektir. Belediyelere atanan kayyumlar gibi dernek/vakıf kayyımlarına tanık olunabilecektir. 3713 sayılı Kanun’daki terör tanımının belirsizliği ve genişliği bunun da keyfiliğe yol açtığı biliniyor. STK’ler itirazlarını 6 maddede topluyorlar. İfade özgürlüğüne, örgütlenme özgürlüğüne, yardım toplama hakkına Terörle Mücadele Yasası’nın belirsizliğine, her yıl yapılacak denetimlerle ilgili kriter yokluğuna ve bunun baskıya dönüşme olasılığına, sürekli hak mahrumiyeti doğuracak sınırlamaların Anayasa’nın 13. maddesine aykırılığına, bir dernek hakkında soruşturma açıldığında o derneğe yardımda bulunmuş kuruluşlardan da belge bilgi istenebilmesinin sakıncalarına ve bunun caydırıcı etkisine ve yardım toplama ile ilgili sınırlamalara dikkat çekiyorlar. STK’ler, açıklamalarında “Türkiye’de yaklaşık 120 bin civarında dernek bulunmaktadır. Bu sayı en az 1.5 milyon yetişkin insanı ve bu insanların aileleri ile birlikte en az 10 milyon insanı dolaylı ve dolaysız ilgilendirmektedir” demekteler.
Doğrudan demokrasi uygulanmıyor biliyoruz. Temsili demokrasilerde de bu tür yasa hazırlıkları ilgili sosyal tarafların görüşlerine başvurularak hazırlanmalıdır. STK’ler buna dikkat çekiyorlar. Alman Filozof I. Kant’ın , “Hukukun muhatapları hukukun yazıcıları olmalıdır” şeklindeki düşüncesi, bugünkü demokrasi anlayışında yer bulamamış olabilir ama doğruluğu ve yerindeliği bizim açımızdan, tartışılamaz. STK’lerin açıklamaları için bakınız (https://ihop.org.tr/kitle-imha-silahlarinin-yayilmasinin-finansmaninin-onlenmesine-iliskin-kanun-teklifine-dair-degerlendirme/
Yasaların uygulanması: Konu, “çıplak arama” sorunudur. İnsan hakları hukukunda insan haklarını koruma temel sorumluluğu devletlere aittir. Bu sorumluluk konusunda devletlerin iki temel yükümlülüğü vardır. Negatif yükümlülük, ihlal etmeme yükümlülüğüdür. İşkence yapmama gibi. Pozitif yükümlülük ise önlem alma yükümlülüğüdür. Hakları ihlal edilmesin ve hak sahipleri haklarını kullanabilsinler diye devletin önlem almasını anlatır bu yükümlülük. İnsan hakları da ancak yasa ile sınırlanabilir. Yasalar da açık, net, öngörülebilir ve hukukun üstünlüğü ilkesiyle uyumlu olabilir. Anayasa’nın 13.maddesinde insan haklarının sınırlanması konusu yer alır.17. maddesinin ilk üç paragrafında ise yaşam hakkı ve işkence yasağı… Şöyle:
“I. Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı
Madde 17 – Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz. “
Çıplak aramayı ifşa ve şikayet edenler hakkında Ankara Cumhuriyet Savcılığı soruşturma açmış. Adalet Bakanlığı, ise çıplak arama konusunda makul ve yoğun şüphe kriterleri ile bu kriterlerin yer aldığı 5275 sayılı Kanun’un 36. maddesi ile bu Kanun uyarınca çıkarılan Yönetmelik’in 34. maddesini yasal dayanak olarak göstermiş. Açıklamada, aramaların, gereklilik, ölçülülük ve mahremiyete saygı ilkeleri çerçevesinde yapıldığı belirtilmektedir. Açıklama mevzuatı ve genel ifadeleri ihtiva etmektedir. Oysa şikayetler somut ve gerçek kişilere aittir. Mekanları ve tarihleri haizdir.
İşkence ve aşağılayıcı muamele yasağı mutlak yasaklardandır. Bu yasağı ihlal edenler suç işlemiş olurlar. İfşa ve şikayetler üzerine, hakları ihlal edilenlere değil ihlalci kamu görevlileri hakkında inceleme ve soruşturmalar resen başlatılır. Hukukun üstünlüğü ilkesinin geçerli olduğu ülkelerde süreç böyle işler. Zira AİHM’nin 1983 yılında verdiği Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık kararında vurguladığı gibi, hukukun üstünlüğü ilkesi kamu görevlilerinin haklara müdahalesinin etkili hukuksal denetimi anlamına gelir. Şikayet, suç duyuruları için şekil şartı da bulunmamaktadır. Cumhuriyet savcıları bir suç işlendiğini öğrendiği andan itibaren resen harekete geçer ve inceleme, araştırma ve soruşturma yapar. Kimler hakkında yapar? İhlal edenler hakkında yapar. Yoksa işkence mağdurları hakkında değil. Aksi davranış, işkence kötü muamele yapanları cesaretlendirir, suçların cezasız kalmasına yol açar ve insan hakları ihlalleri sistematik hale gelir. Böyle bir tutum ise hukuk reformuna tekabül etmez.
Evrensel'i Takip Et