24 Aralık 2020 23:25

Noel vaktinde sistem krizi

Çam ağacı şeklinde yılbaşı süsü (sağda)

Fotoğraf: Unsplash

Paylaş

Sadece Almanya değil, bütün Hristiyan alemi bu yıl Noel’i ölüm sessizliği içinde geçiriyor. Halbuki daha önceki yıllarda Noel öncesinde hayat cıvıl cıvıl idi. Kent merkezlerinde kurulan Noel pazarları, alışverişler, iş yemekleri, buluşmalar… hepsi ekonomiden sosyal hayata kadar pek çok alanı canlandırıyordu.

Ama bu yıl öyle olmadı.

Almanya 16 Aralık’tan bu yana ikinci kapanma döneminde. Buna rağmen vaka ve ölü sayısı zirve yapmaya devam ediyor. Dün açıklanan rakamlar: Vaka sayısı 32 bin, ölüm 802.

Süreç adeta kontrolden çıkmış gibi. Birinci dalga evresinde kontrolü elden bırakmayan hükümet, özellikle sağlık sistemi üzerindeki yükün artmamasına önem veriyordu. Ne var ki son haftalarda gelen haberlere göre, Almanya gibi zengin bir ülkenin sağlık sistemi de artık çökmek üzere. Birçok hastaya hastanede bakım olanağı sunulmuyor. Yoğun bakım üniteleri, özellikle Doğu Almanya’daki kent ve kasabalarda doldu, bazı yerlerde ise dolmak üzere.

Bu tablonun baş sorumlusu elbette hükümet. Çünkü birinci dalgadan sonra kısmen arttırılan yoğun bakım yatak sayısına yenileri eklenmedi, koronavirüsün daha fazla yayılacağı öngörülerek sağlık sisteminde yeni düzenlemeler yapılmadı.

Vahametin farkında olan Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Başbakanı Armin Laschet, Der Spiegel’e verdiği demeçte, hayatını kaybedenlerin yakınlarından af diledi: “Ölümler nedeniyle onaramayacağımız bir hasarla karşı karşıyayız. Bu durumda sorumlu siyasetçiler olarak sadece ailelerden af dileyebiliriz.”

Yaklaşık bir yıldır olup bitenlere baktığımızda insanlığın büyük bir krizle karşı karşıya olduğu ve içinde yaşadığımız kapitalist sistemin bu krizin üstesinden gelemediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu nedenle sağlığı kapitalist piyasa anlayışıyla yöneten bütün ülkeler sınıfta kaldı.

Tablo bu olduğu halde ülkenin etkili gazetelerinden Süddeutsche Zeitung dün Almanya’nın korona krizi karşısında “İyi Donanımlı” (Gut gerüstet) olduğu manşetini attı. Nikolaus Piper tarafından kaleme alınan yazıda şöyle deniliyor: “Almanya üç nedenle görece başarılı bir şekilde krizi yönetti: Birincisi verecek çok parası var. İkincisi, Alman siyasetçileri bilim insanlarının söylediklerine göre hareket ettiler. Üçüncüsü siyaset ve toplum dayanışma içinde” (24.12.2020).

Elbette maddi gücü, altyapısı ve devasa bilimsel olanakları bakımından Almanya pek çok ülkeden ileride ve bir kıyaslama yapıldığında krizi görece daha başarılı idare etmiş görünebilir. Ancak maddi imkanları ve altyapıları çok farklı ülkeleri kıyaslayıp, sonra bunu başarı olarak sunmak gerçekçi bir yaklaşım değil, olamaz. Her ülkeyi kendi imkanları ve yapılanlarla tartıya koyup değerlendirmek daha doğru olur.

Evet; Almanya ekonomik gücü bakımından Avrupa’nın en güçlü ülkesi ve son bir yıl içinde milyarlarca avroyu yardım, destek, teşvik, kredi adı altında dağıttı. Halen de dağıtmaya devam ediyor. Ama bu aslan payının tekellere, büyük işletmelere gittiği gerçeğini değiştirmiyor. Herkese eşit bir paylaşım söz konusu değil. Tekellere kepçeyle, emekçilere çay kaşığıyla paranın dağıtılması söz konusu. Bu nedenledir ki işçi sınıfı ve emekçiler son bir yıl içerisinde hızla yoksullaştı. Sosyal çelişkiler ve huzursuzluk derinleşti. Hazırlanan pek çok rapor ve araştırmada, “korona krizi” döneminde sosyal adaletsizliğin büyüdüğüne dikkat çekiliyor.

Önümüzdeki yılın asıl olarak işten atmalar ve iflaslar yılı olacağı bugünden görülüyor. Krizin faturasının emekçilere ağır bir şekilde ödetileceği de bilindiği halde Başbakan Merkel ısrarla milyoner ve milyarderlerden daha fazla vergi almayacaklarını söylüyor.

Özetle koronavirüs daha ortada yokken 2019’da başlayan ekonomideki daralma 2020’de rekor küçülmeyle sonuçlandı. Ve ancak 2022’de kısmi bir toparlanmanın yaşanabileceğinden söz ediliyor. 2021’de ne olacağı, tahmin bile edilemiyor. Bu nedenle asıl olarak bir “ekonomik kriz”in içinden geçtiğimiz gerçeği pandemiyle örtülüyor. Bu, doğal olarak kapitalist üretim biçiminin sorgulanmasının önüne geçiyor. Her ekonomik kriz asıl olarak sistemin sorgulandığı yeni sosyal hareketlere yol açarken, bu kez ölüm-kalım ikilemi arasında eve kapanma kapitalistlerin işine yaramış durumda.

Alman basınında, “korona krizi” olarak tanımlanan 2020’deki gelişmelerin ekonomi ve siyasete etkileri, 2001’deki terör saldırısıyla, 2007/2008 ekonomi kriziyle ve 2015’deki “sığınmacı krizi”yle birlikte anılıyor. Sayılan krizlerin ülkeler ve toplumlardaki etkileri farklı olsa da önemli bir dönemeci ifade ediyor. Sadece bu dört “kriz”den yola çıksak bile bu yüzyılın ilk 20 yılının önemli krizlerle geçtiğini söylemek mümkün. Bu aynı zamanda önümüzdeki 20 yılın daha sert kriz ve sarsıntılara gebe olduğu anlamına geliyor. Zira her krizin geriye yıkıntı bıraktığı tarihsel süreç söz konusu.

20. yüzyılın ilk yarısı büyük savaşlarla geçti. 21. yüzyılın ilk yarısının büyük sarsıntıların habercisi krizlerle geçeceğine dair pek çok veri bulunuyor. Bunları krizsiz bir dünyada sağlıklı yaşamak için fırsata çevirmek ilerici, devrimci hareketlerin önündeki en büyük görev.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa