31 Aralık 2020 23:28

Libya seferinin bakiyesi: Hayaller ve gerçekler!

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

2020’ye Libya tezkeresi ile girmiştik.

2019’un son günlerinde Libya’daki iç savaşın taraflarından Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başbakanı Serrac ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında ‘Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’ ile ‘Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası’ imzalanmış ve ardından sıra UMH’ye askeri destek için tezkere çıkarmaya gelmişti.

Tezkere 2 Ocak 2020’de TBMM’de kabul edilmiş ardından Libya’ya askeri uzman, istihbarat görevlisi, İHA, SİHA, zırhlı araç ve binlerce cihatçı militan gönderme süreci başlamıştı.

Erdoğan iktidarının verdiği askeri destek, savaşın diğer tarafı olan Halife Hafter’in Libya Ulusal Ordusunun (LUO) UMH’nin merkezi başkent Trablus’a yönelik kuşatmasının püskürtülmesini ve savaşta belli bir denge durumunun ortaya çıkmasını sağlamıştı.

Trablus kuşatmasının püskürtülmesi ve stratejik bir öneme sahip Watiyye üssünün Hafter güçlerinin elinden alınmasından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar sözcüleri ‘zafer’ havasına girerek Türkiye’nin Libya’da belirleyici aktör haline geldiğini söylemeye ve Libya petrolü ile nasıl zengin olacağımıza dair senaryolar anlatmaya başlamışlardı. Ancak iş Libya’da dengeleri değiştirmeye yönelik Sirte ve Cufra kentlerinin kuşatılmasına gelince Libya savaşına taraf olan başka aktörler devreye girmiş ve Erdoğan iktidarına ‘dur’ denilmişti.

Sonra Türkiye’nin “askeri zafer”inin aslında batılı emperyalistlerin (ABD ve AB) Libya’ya siyasi müdahalesinin bir aracı haline geldiğini/getirildiğini gördük. Hafter’i destekleyen Rusya’nın Libya’da egemen olmasını istemeyen ve bu nedenle Türkiye’nin UMH’ye askeri desteğinin NATO için de önemli olduğunu söyleyen ABD ve AB devreye girerek Libya’da savaşın tarafları arasında BM öncülüğünde yeni bir siyasi sürecin başlamasını sağladılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, her ne kadar “Güvenilirliği bana göre çok da olabilecek gibi değil” dese de savaşın tarafları arasında 23 Ekim’de Cenevre’de BM gözetiminde ateşkesin kalıcı hale gelmesini amaçlayan bir anlaşma imzalandı. Devamında da Libya’da siyasi çözümün sağlanmasına yönelik seçimlerin 24 Aralık 2021’de yapılması kararlaştırıldı.

Libya’da savaşın tarafları arasında siyasi bir çözüm için görüşmeler devam ederken 2020’nin son günlerinde Türkiye’deki iktidarın hamlesi ne oldu?

2 Ocak 2021’de bitecek olan Libya’ya asker gönderilmesine dair savaş tezkeresinin18 ay daha uzatılması, 22 Aralık’ta TBMM’de yapılan oylamada kabul edildi. Oysa Cenevre’de 23 Ekim’de imzalanan anlaşmanın en önemli maddelerinden birine göre, Libya savaşına taraf olan bütün yabancı askeri unsurların 3 ay içinde ülkeyi terk etmesi öngörülüyor.

Libya’da siyasi geçiş sürecine dair adımlar atılırken savaş tezkeresinin18 ay uzatılması, her şeyden önce Türkiye’deki iktidarın yöneliminin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Etrafımızdaki sorunlarla ilgilenirken asla irredantist yani yayılmacı-müdahaleci bir anlayış içinde değiliz” sözlerinin tersi istikamette olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Libya tezkeresinin uzatılmasının ardından Türkiye’yi “işgalci güç” olarak tanımlayan Halife Hafter, “Tüm kuvvetlerimizi Libya’daki Türk kuvvetlerine karşı savaşa hazır olmaya çağırıyorum” açıklamasını yapmıştı. Bu çağrının ardından Hafter’i destekleyen ama Serrac’la da yeni bir siyasi süreç başlatan Fransa’nın Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü “Libya için askeri bir çözüm yok. Öncelik, yabancı güçlerin ve paralı askerlerin ülkeden ayrılmasını ve BM’nin gözetiminde siyasi sürecin devam etmesini sağlayan 23 Ekim 2020 tarihli ateşkes anlaşmasının uygulanmasıdır” diyerek hem Hafter’e ve hem de Türkiye’deki iktidara mesaj göndermişti.

Hafter’in tehdidinin ardından Milli Savunma Bakanı Akar, Genelkurmay Başkanı Güler ve Kara Kuvvetleri Komutanı Dündar ile birlikte Libya’ya giderek İçişleri Bakanı Fethi Başağa ile görüştü.

Libya’da Akar’la aynı zamana denk gelen bir başka dikkat çeken ziyaret de Mısır’dan bir heyetin yaptığı ziyaret oldu. Bilindiği gibi Libya’da Hafter’i destekleyen Mısır, 2014’ten sonra ilk kez başkent Trablus’u ziyaret ederek UMH yetkilileri ile görüşmeler yapıp yeni bir süreç başlattı.

Ancak Trablus’ta olanlar bu ziyaretlerden ibaret değil. UMH içinde de Başbakan Serrac ve İçişleri Bakanı Fethi Başağa’nın başını çektiği bir iktidar mücadelesi yaşanıyor. Hatırlanırsa ağustos sonlarında İçişleri Bakanı Başağa Ankara’da görüşmeler yaparken Başbakan Serrac onu görevden aldığını açıklamış ancak “Tedbir amaçlı” alındığı açıklanan bu kararın ardından Başağa tekrar görevine dönmüştü.

Başbakan Serrac, geçtiğimiz günlerde Trablus’taki en önemli silahlı güç olan Özel Caydırıcılık Güçlerini (RADA) İçişleri Bakanlığı’ndan ayırıp kendisine bağlayan bir karar çıkardı. Başağa, Trablus’taki en güçlü isimlerden biri olan Libya Merkez Bankası Başkanı el Kebir’e seyahat yasağı koydu. Öte yandan el Kebir’i yolsuzlukla suçlayan Libya Petrol Kurumu Başkanı Sanallah, yapılan anlaşmaya rağmen petrol gelirlerinin Merkez Bankasına devredilmesini reddediyor.

Özetle bu kez Türkiye’nin desteklediği UMH’nin içinde bir iktidar mücadelesi yaşanıyor. Mesela Macron’la görüşüp Libya ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin karşısında yer alan Fransa ile yeni bir süreç başlatan Başbakan Serrac, Akar’ın Trablus ziyaretinde ortalıkta görünmedi. Başağa da sadece Türkiye’ye bel bağlamıyor; Mısır ve Fransa ile ilişkilerini geliştiren Başağa, gelecek ay Rusya’ya da bir ziyaret gerçekleştirmeyi planlıyor.

Peki, 2011’den bugüne Libya halkını büyük bir yıkıma uğratan bu paylaşım savaşının kazananları kimler?

Cenevre’de yapılan anlaşmadan sonra Libya’nın Ulusal Petrol Kurumu (NOC) ile Fransa’nın petrol tekeli Total arasında yapılan görüşmeler bu sorunun yanıtı bakımından önemli ipuçları veriyor. Yapılan görüşmelerde Libya’nın petrol ve doğal gaz üretiminin en üst seviyeye çıkartılması ve bu temelde Total’in yapacağı yatırımlar ele alınıyor.

Libya’daki tabloya buradan bakınca emperyalistlerin kendi tekellerinin çıkarları doğrultusunda ağırlıklarını koymalarının ardından Libya’da savaşçı-müdahaleci politikalarda ısrar eden Erdoğan iktidarının payına bir kırıntının düşüp düşmeyeceği bile belirsizliğini koruyor. Çünkü yukarıdaki tablonun da ortaya koyduğu gibi, Türkiye’deki iktidar her ne kadar buradaki enerji kaynaklarının iştahını kabarttığı Türk tekelci burjuvazisinin yayılmacı emelleri doğrultusunda müdahaleler peşinde koşsa da sonuçta bu müdahaleler dönüp dolaşıp emperyalistlerin “çözüm”lerine ve onların tekellerinin çıkarlarına bağlanıyor.

Burada bitirmeden bir noktaya daha değinmek gerekiyor: Gerek burjuva muhalefetin açıklamalarında ve gerekse iktidarın Libya politikasını eleştiren yazı/analizlerde iktidarın tek tarafla (UMH) sınırlı bir ilişki ya da müdahale içinde olması eleştirilerin merkezine konuyor. Bu yaklaşımlara göre Fransa ya da Mısır’ın hem Hafter ve hem de UMH ile ilişki geliştirmesi, “doğru” ve “Kazanımları koruyucu” bir siyaset oluyor. Oysa böylesi bir politikanın da ne savaşın büyük bir yıkım ve yoksulluğa sürüklediği Libya halkına ve ne de bölgenin diğer ezilen halklarına kazandıracağı bir şey vardır. Çünkü halkların kazanacağı bir çözüm, ancak bütün emperyalistlerin ve iş birlikçi bölge gericiliklerinin Libya ve diğer bölge ülkelerinden ellerini çekmeleri, halkların kendi geleceklerini kendileri belirleyip ülke kaynaklarının kendi çıkarlarına kullanılacağı bir geleceği kurabilmelerinden geçiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa