6 Ocak 2021

Diktatörlük sendromu

"Diktatörlük Sendromu" kitap kapağı

İletişim Yayınları’ndan Türkçe baskısı 2020 yılının son aylarında yayımlanan Diktatörlük Sendromu kitabında Ala El-Asvani Mısır deneyiminden hareketle önemli sorular soruyor ve otoriter rejimler altında yaşayan insanların siyasal davranışlarını anlama çabası içine giriyor. Hekim olduğundan olsa gerek, diktatörlüğü bir hastalık olarak görüp satırlarında bu hastalığın teşhisi -tedavi konusunda kitapta çok fazla bir şey bulmak maalesef mümkün olmuyor- üzerine kafa yoruyor. “Diktatörlük bir yönetici ile halk arasındaki hastalıklı bir ilişkidir ve diktatörlüğün semptomları otoriteryenizmin araçlarıyla dışa vurulur” diyor ve ekliyor: “Diktatörlük insanlığa tehdit oluşturan ve kesinlikle mücadele edilmesi gereken bir hastalıktır”, “Dünyada diktatörlükten ölenlerin sayısı herhangi bir hastalıktan ölenlerin sayısından çok daha fazla”. Salgınla mücadele ettiğimiz şu günlerde bu analojinin, daha fazla ilgimizi çekeceğine şüphe yok. Belki Kovid-19 salgını sona erdiğinde, hayatımızı altüst eden bu salgın ile diktatörlerin tahribatını karşılaştıran çalışmalar da yapılır. Kim bilir? Ayrıca, ikisinin çakışmasının yarattığı tahribatın nasıl sonuçlar doğurduğu üzerine de belki kafa yorulur. Diktatörlüklerle/baskıcı otoriter rejimlerle boğuşurken bir de salgına yakalanmayı kastediyorum. Otoriter bir sistemden cezaevine düşmemek için kaçarken salgın tecridine yakalanmak ya da sınırlar kapatıldığı için o sistemin dışına çıkamamak… Sanıyorum salgının etkilerini düşünürken, bu ve benzeri durumları düşünmeyi genelde ihmal ediyoruz.

Kitap, yazarın daha ilk satırlarında sorduğu temel bir soruyla ilgimi çekti: Diktatöryel tavırların izleri gündelik hayatta insan davranışına nasıl yansıyor? İlgimi çekti, zira bir süredir, yaşadığımız ülkelerin davranışlarımıza, algılarımıza, psikolojimize ne yaptığı, nasıl etkide bulunduğu üzerine benim de zihnimde bazı düşünceler dolaşıyordu. Sanıyorum El-Asvani’nin bu soruyu sormasındaki temel etken Mısır’ı can güvenliği nedeniyle terk edip New York’a yerleşmesi. New York’tan ülkesindeki insanlara bakıp neden ve nasıl davrandıklarını anlamaya çalışıyor. Bunu yaparken öfke ve kızgınlığına hakim olamadığını satırlarından anlıyorsunuz. Kolay değil, yazmakta olduğu kitabı kopyaladığı USB belleği çantasında diş macunu ile tıraş kreminin arasına saklayarak ülkesini terk edebilmiş. Devlet kurumlarına hakaretten yargılanıp hapis yatmamak için. O nedenle, rejimin varlığını sürdürmesine katkı sunan sıradan insana da rejimle uzlaşmaktan geri durmayan entelektüele de öfkeli. Bu insanların böyle bir iktidara neden oy vermeye devam ettiği gibi çok önemli bir soru soruyor, ancak bu girift sorunun yanıtını “Ğlke dağılmasın diye” gibi tek bir etmene indirgiyor.

Daha önce de söylediğim gibi, Ala El-Asvani otoriter rejimlerin sadece sıradan insanın davranışlarına yansımasıyla ilgilenmiyor, belki de onlardan daha da fazla entelektüellerin tutum ve davranışlarıyla ilgili. Kitabının entelektüellere ayırdığı bölümünde, dikta rejimleri karşısında beş tür entelektüel tutumdan bahsediyor. Bunlardan ilki, direnen entelektüel, adından da anlaşıldığı gibi rejime karşı çıkan, eleştirilerini açıkça dile getiren ve ağır bedeller ödeyenler. Bunların tam karşısında yandaş entelektüeller yer alıyor. Onlar rejimin meşruluk kazanması için katkıda bulunanlar. Üçüncü tür ise, tarafsız entelektüeller, yani eleştirmeyen, ancak açık destek de çıkmayan model. Böylelikle bu grup içinde yer alan entelektüeller baskı ve şiddetten payını almadan ülkede yaşamaya devam edebiliyor. Dördüncü tür entelektüel kendisine önerilen konum ve ayrıcalıkları kabul edip diktatörü cilalama işini üstlenen yarı zamanlı entelektüellerdir. Bunların diktatörün iktidarına hiçbir tehdit oluşturmayan meseleler etrafında dönen faaliyetleri, ülkede demokrasi varmış gibi bir hava oluşmasını sağlıyor. Nihayet yazar, beşinci türü de komisyoncu entelektüel olarak adlandırır. Bunlar, sultanın sarayında soytarı olup her durumda ve herkese karşı onu hararetle savunan, en temel değerlerinden vazgeçip kendini en yüksek teklifi verene satan aydınlardır.

Peki, sizce şöyle bir sanatçı ve aydın tarifi El-Asvani’nin hangi kategorisine girer acaba? “(…) Beklediğimiz o sanatçı, slogan atarak kendini göstermeye çalışmayacak, başarıları ile dünyanın en muhteşem salonlarında ayakta alkışlanacaktır. Beklediğimiz o sanatçı, marifetini sosyal medya hesabından savurduğu siyasi polemiklerle değil, kanatlanıp uçurduğu sanatıyla gösterecektir. Beklediğimiz o sanatçı ait olduğu milleti hor görüp sürekli şikayet etmek yerine kendi sanatını üretecektir”… Ya da soruyu tersinden soralım: Akademisyenini, sanatçısını, yazarını sürekli bir kalıba sokmaya çalışan bir iktidar hangi kategoriye girer?

Analizler sınırlı, dil kimi zaman üstenci de olsa, Ala El-Asvani’nin anlattıkları çok tanıdık. Siyasal rejimlerin politikalarının düşünce ve davranışlarımıza yansımalarını resmederken yazar adeta bize de ayna tutuyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et