ABD’deki Kongre baskını ve Boğaziçi eylemleri neyi gösteriyor?

ABD'de Kongre binası basıldı/AA (solda), Boğaziçi öğrencileri eylemde/Zeynep Kuray (sağda) | Kolaj: Evrensel

ABD’de Trump yanlılarının Kongre binasına düzenledikleri baskın, burjuva demokrasisinin “kale”sinde işlerin yolunda gitmediğini gösteriyor.

ABD, iki partili seçim sistemiyle burjuva demokrasisinin en “istikrarlı” ülkesi olarak gösterilmesine rağmen Trump yanlısı aşırı-sağcı, ırkçı çevrelerin Kongre binasına düzenledikleri baskın, bu sistemin de alarm verdiğini ortaya koyuyor. Çünkü “oylarının çalındığı”nı iddia eden ancak seçim sonuçlarını değiştirmek için baskı uyguladığına dair ses kayıtları ortaya çıkan Trump’ın çağrısıyla Washington DC’de toplanan göstericilerin yaptığı bu baskın, burjuva demokrasisinin “kale”sinde bile seçimle başa gelenin kaybettiği seçim sonuçlarını tanımamak için her yolu denemekten geri durmadığı/durmayabileceği bir döneme girildiğini haber veriyor.

Tabii biz Amerika gibi olmayız, çünkü bizde “ileri demokrasi” var!

Bizde iktidar bloku (Cumhur İttifakı) her seçim öncesinde seçim yasalarını kendisinin kazanması için nasıl düzenlenmesi gerekiyorsa öyle düzenler, yetmez kaybettiği yerlerde seçimleri tekrarlattırır. Bu iktidar için savaşmaya, kan dökmeye hazır olduğunu söyleyen mafya liderlerinden tarikatlara çeşitli “sivil” yapılanmalar kendini gösterip tehditler savurur. Öte yandan iktidarın uyguladığı politikaları eleştiren her sendika ve meslek örgütü hedefe konur. Meclisin üçüncü büyük partisine durmadan “terör” operasyonları düzenlenir. Muhalefet, ülkenin huzur, güven ve refahını istemeyen “dış güçlerin maşası” olmakla suçlanıp durur.

Çünkü bizde “ileri demokrasi”nin ölçüsü bizatihi ülkedeki tek adam iktidarının kendisidir!

İktidarın politikalarını savunup savunmamanız demokrat olup olmamanızı da belirler.

Mesela bu iktidarın artık seçimle gitmeyebileceğini mi söylüyorsunuz, siz iflah olmaz bir demokrasi düşmanı, bir “darbe çığırtkanı”sınızdır.

Anayasa Mahkemesinin kararlarını bile uygulamayan yargı kurumlarındaki partizanlaşmaya dair örnek vermeye mi çalışıyorsunuz, “türban düşmanı” olarak damgalanmaktan kurtulamazsınız.

Burada şunu da not düşelim: Bu örneklerde Can Ataklı ve Fikri Sağlar’ın sorunları ifade ediş biçimleri, iktidarın dikkat çekilmek istenen sorunların üstünü örtmesinin ve dahası bu ifadeler üzerinden muhalefete yüklenmesinin gerekçesi haline getirildi.

Şimdi ise, iktidarın gündeminde Boğaziçi Üniversitesinde AKP’li rektör atamasına karşı yapılan eylemler var.

İktidar blokunun sözcülerine sorarsanız, eylem yapan öğrenciler “terörizmin piyonu”, yapılan eylemler de yeni bir “Gezi kalkışması”, dolayısıyla “Başı ezilmesi gereken bir komplo”dur.

Gerçekten öyle mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dostu” Trump’ın aşırı sağcı-ırkçı destekçileri seçim sonuçlarını tanımadıklarını ilan edip Kongre binasını bastılar.

Peki Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ne yaptılar?

AKP’li Melih Bulu’nun cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atanmasına karşı üniversitelerinde rektörün seçimle belirlenmesini istiyor ve bu talepleri için eylem yapıyorlar.

Ama gelin görün ki, iktidarın sözcülerine göre öğrencilerin bu talep ve eylemleri demokrasimize karşı bir kalkışma, öğrencilerin dövülerek gözaltına alınması, evlerine baskınlar yapılması, eylemlerinin yasaklanması ve üniversite kapısına kelepçe takılması ise, ileri demokrasimizi savunmak oluyor!

AKP Sözcüsü Ömer Çelik, AKP’den milletvekili aday adayı olan Melih Bulu’nun Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atanmasını “Bir insanın siyasi kimliğinin olması suç değil. Demokrasilerde apolitik birey olmaz” sözleri ile savunuyor.

O zaman Ömer Çelik, ‘barış bildirisi’ni imzaladıkları için yüzlerce akademisyenin görevlerine son verilmesini nasıl ya da hangi demokrasi ile açıklıyor?

Söz konusu bir AKP’liyi rektör olarak atamak olunca siyasi kimlik suç olmuyor ama mesela akademisyenler iktidarın şiddet politikasını eleştirince yüzlerce akademisyenin işine son verilmekle kalmıyor, birçoğu tutuklanıp yargılanıyor ve yurt dışına çıkışları bile engelleniyor.

Bugün Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin eylemleri karşısında tek adam iktidarının takındığı tutum, mayıs ayında Afro-Amerikalı George Floyd’un polis tarafından öldürülmesinden sonra yapılan gösteriler karşısında Trump yönetiminin takındığı tutumu hatırlatıyor.

Ne yapmıştı Trump?

Irkçı uygulamalar ve polis şiddetine karşı adalet isteyen halk kitlelerini hedef göstermiş ve dahası yönetimi döneminde güç kazanan neofaşist yapılanmaları değil, bunlara karşı mücadele eden Antifa’yı terör örgütü ilan etmişti.

Tek adam iktidarı da öğrencilerin demokratik talep ve eylemlerini hedef gösterip öğrencileri baskı ve şiddete maruz bırakıyor, iktidar destekçisi ulusalcı-milliyetçi gençlik yapılanmalarına karşı açıklamalar yaptırılıyor ve ayrıca bu eylemlerin arkasında oldukları iddia edilen örgüt isimleri sıralanıp “terörizm” damgası vurulmaya çalışılıyor. Böylece bu eylemlerin demokratik ve meşru olduğu gerçeği karartılmaya çalışılıyor.

Bir yanda dünyada aşırı sağ, neofaşist hareketlerin yükselişini ve bunların burjuva demokrasisinin en temel mekanizmalarına bile tahammülsüzlüğünü sembolize eden Kongre baskını ve öte yandan kendi rektörlerinin atamayla değil seçimle belirlenmesini talep eden, üniversitelerde demokrasi isteyen öğrencilerin devam eden mücadelesi.

Bu iki örnek birbirinden ne kadar farklı ve uzak görünürse görünsün aslında önümüzdeki dönemin iki temel yönelimini gösteriyor.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et