Sorun kutuplaşma mı?

Amerikan Kongresi 6 Ocak’ta bir grup Trump taraftarı tarafından işgal edildi. ABD tarihinin ırkçı sembollerini üzerlerinde taşıyan, kimi kamuflajlı, bazıları Qanon bayraklı işgalciler, polisin koyduğu barikatları yıktı, camları kırdı, kürsüyü ele geçirdi. Pelosi’nin ofisine daldı, selfie çekmeyi ihmal etmeyip tehdit mesajları bıraktı. Olaylar sırasında eski ordu mensubu bir işgalci Kongre binasında vuruldu, toplam beş kişi öldü. Polis iki bomba düzeneğinin bulunduğunu açıkladı.

ABD medyası bu alışılmadık krizi haberleştirirken epey zorlandı. Önce bu insanlara ne deneceği karmaşası yaşandı, başta protestocu diyenler oldu; lakin yaşananlar bir protestonun ötesinde şiddet eylemlerine dönüşünce kelime tercihi güruha (mob) evrildi. Kimileri isyancılar, başkaldıranlar (riots) demeyi tercih etti. Trump yanlısı radikaller (pro-Trump extremists) diyenler de oldu. Bu tercihlerde siyasetçilerin açıklamaları da belirleyici oldu. En nihayetinde seçilmiş başkan Biden’ın bunun bir protesto değil başkaldırı (insurrection) olduğunu ifade etmesi terminolojiyi tamamen değiştirdi, yine siyasetçilerin beyanatlarından ilham alan kimi medya ‘yerli teröristler’i (domestic terrorists) tanımını kullandı.

Krizin tarifi konusu da benzer bir kafa karışıklığının göstergesiydi. Protesto / başkaldırı tartışmasının ötesinde CNN'de Jake Tapper "Amerika Birleşik Devletleri'nde kansız bir darbe girişimini izliyoruz" dedi. Bizler gibi dışarıdan izleyenler için olayın tanımlanması aşamasında gözlemlenenler bir miktar patetikti. Zira CNN yorumcuları neredeyse ağlamaklı bir tonda bunun nasıl olup da ABD’nin başına gelebildiğine yanarken, bazı gazeteciler “muz cumhuriyeti” benzetmesini yaptılar, daha ileri gidenler sanki Irak, Kabil ya da Bogota’dan yayın yapıyoruz cümlelerini sarf edebildiler. ABD’nin başka ülkelerdeki darbelere verdiği destekler (en yakında Venezuela’da yaşananlar) düşünülünce bu tepkiler (ABD içi ve dışı) kamuoyunun bir miktar öfkesini çekti. Bu arada seçim sonuçları kesinleştiği halde Biden’a tebrik mesajı için dört gün bekleyen Türkiye’de hükümet çok kısa sürede açıklama yapma gereği hissetti. Önce krizin çözülmesi için “taraflara” itidal ve sağduyu çağrısı yaptı. Ardından “endişeyle takip ediyoruz” çağrısı gelince hükümet medyası adeta zevkten dört köşe oldu. Sanki aynı gün Boğaziçi’ne, üniversitenin profesör olma kriterlerini dahi karşılamayan, intihalin ne olduğunu dahi bilmeyen bir öğretim üyesinin bir kayyum gibi atanmasını protesto eden öğrenciler “terörist” oldukları gerekçesiyle evlerinin kapıları kırılarak gözaltına alınmamışlar gibi, demokrasi dersi verme yarışı yaşandı. TV yorumlarında kimi uzmanlar ABD medyasının tümden satılmış olduğunu ifade ettiler. Trump’a çok haksızlık edilmişti. Oysa aynı Trump Kasım 2019’da ABD’de Erdoğan’la düzenlenen ortak basın toplantısında bir iktidar gazetecisine "Gazeteci olduğunuza emin misiniz, hükümet adına çalışıyor olmayasınız" demişti.

Gelelim faile, ABD medyası bu utanç verici olayı kışkırtanın Trump’ın Kongre’deki seçimlerin hemen öncesinde Beyaz Saray önünde yaptığı konuşma olduğunda hem fikirdi. Satın alınmış olduklarından değil. Zira ABD’nin A Haber’i olarak nam salan FOX News yorumcusu Ted Williams  "Bu beni çok rahatsız etti. Ancak bunun hesabı doğrudan Amerika Birleşik Devletleri başkanına kesilmeli. Bunu o kışkırttı. Bunu teşvik etti" dedi. Kaos esnasında TikTok’ta yer alan bazı videolarda polisin bu insanları içeri girmeye teşvik ettiği, hatta içeride onlarla selfie çektiği görülüyordu. Trump kriz sonrası “artık herkes evine dönmeli” temalı videosunun sonunda “katılımcılar”a teşekkür etmeyi ihmal etmedi. Bu arada olayların başlangıcında Pentagon Ulusal Muhafızların duruma el koyması gerektiği çağrılarını reddettiğini (kaynak Washington Post) ancak Mike Pence’in devreye girmesiyle bu talebin karşılandığını hatırlatmak gerek. İki bomba düzeneğinin polis tarafından bulunması da buralarda pek haber değeri taşımadı.

Tüm bunlar yaşanırken bildiğiniz üzere Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, akademisyenleri, mezunları “kayyum rektör” atamasına çok haklı taleplerle isyan etmişlerdi. Melih Bulu ile tartışmalarında, istifa edin çağrılarına Bulu, “Benim bir hedefim var üniversiteyi ilk yüze sokmak” iddiasına “Yaa istemiyoruz” diyen, özgürlüğü matematiksel yöntemlerle başarılı olmaya tercih eden öğrenciler bunlar. ‘Z Kuşağı ne istiyor?​’ diye merak ediyordunuz ya işte cevabı: Özgürlük istiyorlar, bilimin etik olanını tercih ediyorlar, kayırmayı değil adaleti seçiyorlar. Karşılığında “terörist” olmakla suçlanıyorlar. Neymiş aralarında Boğaziçililer dışında başka üniversiteliler varmış, CHP İstanbul İl Başkanı öğrencilere destek vermiş. Üniversiteleri politikadan arındırma fikri 12 Eylül rejiminin düsturuydu, o da zaten işlemedi.

Bu iki olayı birleştirebilen yegâne söylem, Boğaziçi’nin elitist olması tartışmaları da dâhil, kutuplaşmanın sonuçlarında kilitleniyor. Yakın zamanda Prof. Dr. Emre Erdoğan, Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci ve Marshall Fonu Ankara Ofisi Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı tarafından yürütülen "Türkiye'de Kutuplaşmanın Boyutları Araştırması" çok değerli bir araştırma; Türkiye’de halen böyle araştırmaların yapılabiliyor ve kamuoyunun ilgisini çekiyor olması çok önemli. Araştırmanın siyasi iklime dair söylediği çok önemli şeyler var. Lakin araştırmanın yorumlanması ve haberleştirilmesinde ciddi sorunlar var. Kutuplaşma daha doğru ifadeyle siyasi kutuplaşma yani bir siyasi görüşün kendisinden farklı olanı reddetmesi ve ötekileştirmesi kendiliğinden ortaya çıkan, dünyanın farklı yerlerinde günümüz siyasal ikliminin doğurduğu doğal bir sonuç mudur? Bir başka ifadeyle çocuğunun HDP’li bir ailenin çocuğu ile oynamasını istemeyen aile midir tek başına suçlu olan?

Boğaziçi’ndeki eylemde “katil polis” diye slogan atan, ki böyle bir sloganın ifade özgürlüğü altında korunduğunu hatırlatarak, bir protestocu “terörist” olarak yaftalanıyor, işkence görüyor, çıplak aramaya maruz kalıyorsa kutuplaşmanın sakıncalarında mı arayacağız çözümü?

‘Ben üniversite okuyamadım. Askere gittim. 18 Ay postal bağladım, sonunda gazeteci oldum #PolisiminYanındayım’ diyen ya da Basın Konseyi’nden aldığı uyarı ve kınama cezasını “şeref madalyası” sayan gazetecilere “Aa demek faklı düşünüyorsun, gel konuşalım, bir orta yol buluruz” mu diyeceğiz? Hadi onunla, eminim maruz kaldığı sömürü üzerinden, bir ortak dil kurulur; bir vakıf üniversitesi kadrosunda olup yanı sıra Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olan yetmemiş olsa gerek ki Ziraat Bankası Yönetim Kurulu üyeliğinden de maaş alan bir akademisyenle mi konuşacağız, üniversitelerin özerk olması gerektiğini, akademik özgürlüğü… Seçilmiş belediyelere haklarında somut bir suçlama dahi yokken kayyum atanmasına yüreğinin yağları eriyerek “Ohhh” çeken, hükümetin güdümündeki yargının bile serbest bıraktığı öğrencilere boğazını yırtarcasına bağırarak terörist diyen İçişleri Bakanı kutuplaşmanın sonucu mudur? Ya da Cavit Çağlar’ın 1996’da NTV’yi kurduğu stratejiyle bugün yeni bir ana akım medya kuramaması, RTÜK’ün yandaş sermayedar olmadıkça kimseye lisans vermemesi, ticari platformların dahi buna cesaret edememesi, CNN Türk muhabirinin ekonomik sıkıntılarından şikâyet eden fırıncının sözünü kesmesi kutuplaşmanın yarattığı bir sıkıntı mıdır?

Otoriterleşme, insan haklarının ihlali gibi hayati sorunları kutuplaşma çatısında tartışmak “tarafları itidale çağırmakla” eşdeğer. Kutuplaşmıyoruz, otoriter bir rejim tarafından eziliyoruz, olayı ve faili tespit etmeden birbirimizi suçlamak boşuna…

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et