Yeni Türkiye’de bilindik eskiler
Fotoğraf: Pixabay
Günümüzde yaşayan insanların çok azı İspanyol gribinin etkilerini anımsayabilir ancak. O grip ki, dünya nüfusunun üçte birini etkisi altına almış bir pandemiydi ve yıkıcılığı tartışılmazdı. Dönemin bilimsel yayınlarında bu mesele nasıl tartışıldı ve çözüm bulmak için nasıl çabalar gösterildi pek bilmiyorum açıkçası. Pandeminin 1. Dünya Savaşı’na denk geldiğini ve cephede olan askerlerin arasında hızla yayıldığını burada belirtelim. Tam da 1918 yılı… Hey gidi…
İttihat ve Terakki Hükümeti de etkileniyordu savaştan pek tabi. Talat Paşa, harbin kaybedileceğini anladığında çifti çubuğu toplayıp kırklara karışma vaktinin geldiğini anladı elbette. Oysaki 1915’te kılıcının iki tarafı da kesiyordu İttihat ve Terakki’nin. Kılıçla kesemediklerine de “kılıç artığı” demeyi uygun görmüşlerdi.
Talat Paşa kabinesinin istifasını Vahdettin’e vermek üzere hazırlanırken, padişahın kabine kurma görevini Ahmet İzzet Paşa’ya vereceği akıllarına gelmemiş olacak ki, İttihatçılar padişaha neler tavsiye edeceklerini konuşuyorlardı.
-Harbiye Nezareti için Mustafa Kemal’i tavsiye et, dedi Talat Paşa’ya.
Kim dedi, bunu bir paşaya ancak bir paşa söyleyebilir değil mi? Peki hangi paşa dedi? Kim olacak Enver Paşa. İttihat’ta paşa mı yok? Dünya İspanyol gribiyle sallanırken bizimkiler taht oyunlarıyla sallanıyordu.
Hastalık bu, hep pandemi gelip çalmıyor insanın kapısını. O Enver Paşa ki hastalanmıştı… Apandisit diyenler oldu; ama öyle var mı paşa kalkıp can güvenliğini tehlikeye atsın, halkın arasına insin, hastaneye gitsin de tedavi olsun…. Haşa! Doktorlar eve çağırıldı, ameliyat düzeneği kuruldu, zaten apandisit ameliyatı dediğin ne ki, diyenler oldu. Doktorlar bir yandan tanıyı netleştirmeye, bir yandan da yapılacakları sıralamaya çalışıyorlardı.
İşin başında Teşkilat-ı Mahsusa’nın Yakup Cemil’i vardı. Yargılamadan idam etmenin yollarını biliyordu bu İttihatçı elbette. Doktorları Yakup Cemil çekip çeviriyordu, eli tabancasındaydı.
-Eğer, dedi, ameliyat neticesinde Enver ölürse doktora yapacağımı ben bilirim.
Demek ki, bizde doktora ya da sağlık personeline saldırmak İttihatçılardan kalma bir ata sporudur. Gel zaman git zaman Enver Paşa’nın hayatı için eli tabancasında dolaşan Yakup Cemil’in başına neler geldi neler… Hükümeti devirmeye teşebbüs Enver Paşa’ya suikast düzenlemek suçlamalarıyla yargılandı Yakup Cemil ve suçlu bulunarak idam edildi.
O günlerde Enver Paşa’nın “beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısını mırıldanarak Yakup Cemil tarafından kandırıldığını iddia edecek bir bilgi ve belge yok elimizde. En azından bende yok. Ama daha geniş okumalar yapmak mümkün pek tabi. Bunun için Nevzat Onaran ne yazsa okunur misal. Nevzat bizim gibi işkembeden de sallamıyor üstelik, ne diyecek olsa önce belgesini koyuyor ortaya sonra da cümlesini kuruyor.
***
Hep vârın mestanın almış o nigeh-i mestVar ise biraz neş’e meyhanede kalmıştır
Böyle demiş Şeyh Galip. Neden Galip’e geldik diyecek olursanız, İttihat’tan Cumhuriyet’e geçeceğiz. Bu satırların yazarı şair olmakla kafayı bozduğu için mi, sayfanın editörü şair olduğundan mı, yazının okurları arasında şairler bulunduğu için mi dersiniz Şeyh Galip? Hiç alakası yok, bir içki yasağına getireceğiz meseleyi. İçki yasağını kovalayan, içenlere baskın düzenleyen, el altından içki satan kişi bir polis müdürü olunca mesele tadından yenmiyor efendim.
Cumhuriyet yeni Ankara küçük. Kentte elektrik de yok. Mustafa Kemal’in oturduğu eve Sanayi Okulu’ndan elektrik veriliyor. Sonradan Almanlar gelip kente elektrik getiriyor ki, bu uzun hikaye. Kentte otomobil, tramvay falan da yok, sadece atlar ve atlı arabalar, kiralık faytonlar var ki onların da sayısı bir elin parmakları kadar. Yalan olmasın Paşa’nın, üç arabası var. Şimdilerde sekiz uçaktan bahsediliyor sayın okur, muasır medeniyetin geldiği seviyeye bakar mısınız? Adı artık Susuz’da bir parkta yaşayacak olan Efkan Zariç, amansız bir keskinlikle aramızdan ayrılmasaydı, öğrencilerine bu gidişatı nasıl anlatırdı acaba? Kesin saygı duyardık gene her cümlesine.
Üç arabası olan paşaya ev de konak da dar gelince Çankaya’daki Bulgarların köşkü kendisi için uygun görülür; yaveri Osman Bozok’a da Aktarzadelerden Kerim Efendi’nin evi tutulur. Çankaya Köşkü’nde kaç oda var bilmiyorum. Az olmalı ki, yeni Türkiye oradan değil saraydan ancak yönetilebiliyor.
Küçücük Ankara’da Hacıbayram yolu üzerinde iki kahveden bahsedilir. Merkez Kıraathanesi ile Kuyulu Kahve. Eskişehir Milletvekili Eyüp Sabri Bey’in dükkanı da oradadır. O yıllarda mebuslara içki yasağı bulunduğundan Eyüp Sabri Bey’in dükkanı gizliden piyizlenmek için, pek münasip bir yermiş vesselam. “Gene Aynı Tangolar” kitabında Mehmed Kemal diyor ki, “Gizli içkiyi yapan da polis müdürü Dilaver’dir. Yasakları kovalayan da o, el altından piyasaya süren de o…” Yeni Türkiye deniliyor sürekli ama Çankaya’nın yollarını Yunanlı savaş esirleri yaptı.
***
İ. S 500 yılında yazılmış, kim yazmış bilinmiyor, Hintli olduğu rivayet şairin ama Can Yücel çevirmiş. Arz ederim:
Köpek var taş yok
Taş var köpek yok
Taş var köpek var;
Ama kralın köpek;
Sıkıysan at taşı
- Öteki-Siz 16 Ekim 2021 23:30
- Yazılıkaya Şiir Yaprağı 09 Ekim 2021 23:41
- Ayışığı şiir ve yaşam ısrarı 03 Ekim 2021 00:18
- Basın tarihimizden bir cimrilik hikayesi 26 Eylül 2021 00:09
- Pencere ya da penceye 19 Eylül 2021 00:05
- Suzy Storck ile kanat hareketleri 11 Eylül 2021 23:40
- Yanlış kokan dizeler 05 Eylül 2021 00:28
- Doğan Ergül’e mektup 31 Temmuz 2021 23:41
- Ahmed Arif’in saklı kitabı 17 Temmuz 2021 23:44
- Kutlu Adalı’ya mektup 10 Temmuz 2021 23:59
- Dönemeç’teki tanıdık insanlar 27 Haziran 2021 00:20
- Sennur’a durum mektubu 13 Haziran 2021 00:16